İçimden genel çekim kanunlarını tekrarlarken servisi bekliyordum.
Şişmiş gözlerimi ovuştururken havanın ne kadar soğuk olduğunu düşünüyordum.
Ygs tam anlamıyla geçirmişti ki bu hesapta olan bir şey değildi.
Nasil değildi,oturup calisacagina Akad ile uğraşan kimdi, dedi iç sesim.
Akad...
Yine yapmistim, yine kalkar kalkmaz onu unutacagimi söylemiş, yine ondan bahsetmiştim. Sus lütfen,dedim iç sesime. Gözlerimi kapattım.
Akad'ın gerçek olmadığını fark ettiğim andan beri korkunç bir aşk acisi çekiyordum.
Geceleri rüyamda onu görüyor, uyanınca dizlerimi kendime çekip agliyordum. Daha sonra ise onu unutmaya karar veriyor, ancak yarım saat sonra onu düşünürken buluyordum kendimi.
Uzun saçlarını, gür sesini, kahkahalarının barındırdığı duygu yüklü tonları, yanımda yatınca saçlarımın elektriklenmesini...
Burnuma çarpan yoğun koku gözlerimi açmama neden oldu. Elma kokuyordu.
Karşımda dikilen sıska ancak uzun çocuğa baktim. Bir sorun mu var, dedim çatlamış dudaklarımı aralayarak.
O ise dikkatle beni inceliyordu.
Adın Gece, değil mi, dedi hiç de çekingen olmayan bir sesle.
Siz kimsiniz, dedim resmi bir tonla. Tuhaf hissetmiştim.
Bunu sezmiş olmalı ki, ya ben okula yeni kayıt oldum da, yusuf abi sen Gece denen öğrenciyle bineceksin dedi, deyip gülümsedi.
Istifimi hic bozmadan, evet ben Gece, diye homurdandım.
Sebepsizce kıkırdadı. Bir sorun mu vardı, dedim ukala ukala.
Bana karşı o kadar somurtkansın ki, dedi. Yani, dedim düz bir şekilde. Yine de ses tonum, utandığım gerçeğini değiştirmiyordu.
Ela gözlerini bana dikti ve cevap verdi:
"Özlediğim birini hatırlattın."
Kendimi tutamayarak, sen de mi birilerini özlüyorsun, diye sordum.
Hepimiz özlüyoruz, diye klişe bir cevap verdi.
O sırada servisin kornası ikimizi de yerimizden sıçrattı.
Sırıtarak servise ilerlerken, yeni çocuğun fena olmadığını düşündüm.
O arkadaki koltuklardan birine oturdu ve ben de ikinci sıradaki tekli koltuğa, yani değişmez yerime oturdum.
Servisteki berbat şarkılara maruz kaldıktan sonra, kendimi okul bahçesine zor attım.
Denize düşen yılana sarılır misali, servisten kurtulmak icin okula koşuyordum.
Bahçedeki hızıma kıyasla merdivenleri ağır ağır çıktım ve içeri geçtim.
Senaya abartılı bir neşeyle günaydın, dedim.
Kahvalti yapmak isteyip istemedigimi sordu. Kibarca onu reddettim. Mezuniyete kadar vermem gereken 8 kilo vardi.
Kafamın içinde annemin, kendini hasta edeceksin, konulu sitemini duysam da umursamadım.
Ben içimden, annemi örnek alan kafamın içindeki seslerden birini susturmaya çalışırken kokulu cocuk içeri girdi. Gözlerimin kocaman açıldığını hissedebiliyordum ancak elimde değildi.
Sen de mi bu sınıftasın, dedim.
Oyleymisim, dedi omuz silkerek.
Kahverengi deri ceketini askılığa astı. Umarim sunidir, diye geçirdim içimden.
Yanıma geleceğini sandim ama gelmedi. Çantasını sınıftaki tek boş yer olan kapı kenarındaki üçüncü sıraya koydu ve erkeklerle tanışmaya gitti.
Kendi kendime bozulmadığımı söylesem de yanıma gelmesini umuyordum.
Kimi, niye özlediğini merak ediyordum.
Bu çok ilginçti. Akad gittiğinden beri ilk kez bir şeyi merak ediyordum.
Derse girerken milletle kanka olmuştu bile.Hep özenmişimdir böyle insanlara, dedi Sena teneffüste beni dürterek.
Nasıl insanlara, dedim kafamı lys biyoloji soru bankasından kaldırmadan.
Agar mı geçirgendi, yoksa mika mı, diye sormak istedim ancak beni dinlemiyor musun sen, ile başlayan cümleleri kafamda yankılanınca vazgeçtim.
Hani her yere hemen uyum sağlayabilen insanlar var ya, hahh işte onlara, diye cevap verdi Sena.
Bu kez kafamı kaldırdım ve baktığı tarafa baktım.
Yeni çocuk koridordaki kaloriferin orada Yahya ve tayfasına hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyordu.
Belki de uyum sağlamamıştır, kendini iyi hissetmek için rol yapıyordur, dedim. Sena homurdanarak gözlerini devirdi ve defterindeki türev sorularına döndü.
Biraz daha çocuğu izledim. İlginç bir tipti.
Zayıf ve uzundu. Kum sarısı kısa kesim saçları ve ela gözleri vardı. Cildi kusursuzdu. Sivilcesi olmadığı için onu kıskanacak on kişi sayabilirdim bu sınıftan. Birde kokusu vardı. Elma... Kırmızı,sert ve tatlı bir elma sanki ağzınızın içinde ıslanır gibi oluyordu onun kokusunu alınca.
Birden gözlerini gözlerimde hissettim ve kafamı eğdim. Bana bakmamıştı ancak bir anlığına böyle saçma bir hisse kapılmıştım.
Eninde sonunda hissedip bakacaktı zaten, dedi kafamdaki seslerden birisi.
Aklıma insanların ensesine odaklanıp bana bakmalarını sağlamaya çalıştığım günler geldi.
Tarık sürekli benimle dalga gecerdi hatta.
Sahi, o ne yapıyordu şimdi? Profiline bakınca görmüştüm yeni sevgilisini. Mutlu görünüyorlardı.
Bir hiç yüzünden seni seven adamı da kaybettin, dedi yine iç seslerimden birisi.
Bir hiç değildi, diye fısıldadım. Yaşadıklarım kesinlikle hiç değildi ve olmayacaktı da.Sıkıcı bir dersi daha geride bıraktıktan sonra son dersin bitmiş olmasının verdiği neşe ile hızlı bir şekilde çantamı toplamaya başladım. Daha sonra yağmurluğumu almak icin askılığa ilerledim.
Kırmızı renkli yağmurluğa dokunmak icin uzanmıştım ki, elma kokulu cocuk gülümseyerek yağmurluğumu uzattı. Elinden aldım ve kafamı hafifçe eğdim.
Yağmurluğu elimde tutarak uzaklaşırken seslendi:
Beni bekler misin, nasıl olsa aynı yere gidiyoruz.
Dönüp, attığı kocaman gülümsemeye baktım. Olur, dedim ben de kibar bir şekilde.
Beraber yürümeye başladık ancak konuşmuyorduk.
Servise bindiğimizde sessizliği bozdu ve yanina oturup oturamayacağımı sordu. Bu isteği tuhafıma gitmişti ancak kafamı salladım ve tekli koltuğuma veda ederek elma kokulu çocuğun yanına oturdum.
İlk günün nasıldı, diye sordum.
Sıradandı ya, ilk günüm gibi gelmedi, diye cevap verdi.
Anlıyorum diye mırıldanırken istemsizce kafamı salladım.
Yine sinir bozucu bir sessizlik olmuştu.
Yol boyunca hiç konusmadık.
Cam kenarına oturmama izin vermişti, ben de dışarıya bakarken kendimi izledim. Düşüncelerimi irdeledim. Yasadıklarımı tekrar yaşadım. Çevremdekilerin analizini yaptım.
Daha sonra aynı yerde indik. Yusuf abi, isminin Avcı olduğunu öğrendiğim çocuğu yine buradan alacağını söyledi. Avcı... Değişik bir isimdi.
Tam iyi akşamlar desem mi acaba ikileminde kalmıştım ki boğazını temizledi. Gözlerimi ona diktim.
Seni sevdim, dedi birden. Ne, dedim kurduğu cümlenin yarattığı şokla. Gülümsedi ve bir daha konuştu:
Seni sevdim diyorum. Arkadaş olmak ister misin?Bu da neydi şimdi? Tuhaf davranıyordu. Bana asılıyor desem, hiç sanmıyordum. Zaten asılıyor gibi hissetmiyordum veya rahatsız olmuyordum. Ama ilk günden bu tavırlarda neyin nesi cümlesi kafamın içinde yankılanıyordu, sadece üç beş kelime konuşmuştuk. Beni tanımıyordu, ben de onu tanımıyordum. Kendimi kibarca ifade etmek isterken ağzımdan son derece sacma ve kırıcı bir cümle çıktı:
-Ya sen delinin biriysen?
+ Deli olduğumu düşündüren bir şey hissedersen konuşmayı kesersin.
Peki dedim omuz silkip. Rahatlığıma ben bile şaşırmıştım ancak bu çocukta tanıdık gelen bir şeyler vardı.
Tamam o zaman, dedi her zamanki kocaman gülümsemesiyle. El salladı ve arkasını döndü.
Elimde olmadan mırıldandım:
-Ya ben delinin biriysem?
Şaşırtıcı bir şekilde, yanımdan uzaklaşmış olmasına rağmen, bedenini bana çevirdi ve geri geri giderken bağırdı:
+ Sorun değil, ben delileri severim!
Olduğum yerde kalakaldım. Bu mesafeden nasıl duyabilir beni, diye düşündüm.
Kalp atışlarım hızlandı. Boğazıma oturan yumruyu aşağı itelemek için yutkunurken paniğin bedenimi ele geçirmesine izin verdim.
Yoksa o da mı hayaldi?Orada ne kadar dikildim bilmiyorum ancak sakinleştiğime ikna olunca apartmana doğru yürüdüm. Ona fazla takılmayacak, etkisi altında kalmayacaktım. Gerçekti ya da değildi.
Arkadaşlık ve aile ilişkilerimi etkilemediği ve beni paranormal saçmalıklara inandırmaya çalışmadığı sürece sorun yoktu.
Apartmanın merdivenlerinden yukarı çıkarken bedenimi bir soğuk esir aldı. Istemsizce kollarımı kendime sardım.
Eve girdiğimde manzara kanımın donmasına neden oldu.
Polisi ararken titreyen sesimi nasıl kontrol altına alacağımı düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şizofrenin Not Defteri
ParanormalGece sadece basit bir kızdı. Değil mi? Hikayenin kapağına mı inanacaksın yoksa hikayede anlatılana mı?