"ON İKİ: DÜŞEN DAĞIN YANKISI."
'Kim dost? Yara bandı yapıştıranlar mı? Yaralarını ögrenmeye çalışanlar mı?'"Günaydın, tünaydın ve iyi akşamlar!" Bu anlamsız üçlemeyi yapan Ali abiye 'değişik' bakışlar atarken gülerek yanağımdan makas aldı ve yanımdaki mindere kuruldu. "N'aber fıstığım?" Gülümsedim ve kaldırdığı kolunun altına girdim. "Harikayım. Senden?" Omuz silkti sorumu cevaplamak yerine. "Arkın ve Orkun, Arkın'ın sevgilisi ve onun bir kız arkadaşıyla sinemadalar. Berk, Pamir ve Ediz hastanede nöbetteler. Mert'ciğim manitasından ayrılamıyor, kızlar desen ayrı bir havadalar. Çağan ve Barlas'a hiç değinmiyorum bile, Utkan davasının son rötuşlarını yapıyormuş, öyle aksetti prensimiz. Ay nasıl olayım Çinli, çok yalnız ve hala yakışıklıyım." Tek solukta kurduğu cümle ile ona nasıl baktıysam gülmeye başlamıştı. "Hey, gülmesene! Nasıl hızlı konuştuğundan haberin var mı?" Gülüşü artarken dirseğimi karnına geçirdim ve küskünce kollarımı önümde bağladım. Ne vardı bu kadar gülünecek yahu? "Tamam, tamam küsme kız." Omuz silktim ve arkamı döndüm. "Benimle kurabiye yaparsan küsmem." Aslında öyle bir şey aklımda yokken krizi fırsata çevirmiştim. "Ne anlarım ben kurabiyeden, pastadan Çinli?" Duruşumu bozmazken aradan geçen birkaç dakikanın ardından ayağa kalktı. "Kalk kız. Anan bize mutfağımı batırdınız derse tüm suç senindir, ona göre." Neşeyle doğruldum, bir çocuk gibi ellerimi çırparken gülümsemişti. Önümde arkasını dönüp dizlerini kırdı hafifçe. "Atlayın sırtıma, emrinize amadeyim prenses." Dediğini yaparken attığımız kahkahalar eşliğinde mutfağa kadar taşımıştı beni.
"Nasıl yapacağımızı biliyor musun?" Sorduğu soruya olumsuz bir cevap verirken başını sağa sola sallayarak güldü. "Aç bakalım şuradan bir tarif." Uzattığı telefondan uygulamaya girip görüntüsü en güzel olan tarife tıkladım. "Harika seçim, malzemeleri say güzellik." Gözlerimi videonun açıklama kısmında gezdirdim. Malzemeler kısmında durup okumaya başladım. Ali abi ise ev sahibi oymuş gibi tüm malzemeleri bulup çıkarmış ve tezgahın üstüne dizmişti. "Önce katı yağ ve sıvı yağla beraber yumurtayı karıştırmamız gerekiyor." Beraber ellerimizi yıkadıktan sonra aldığı büyük cam kasenin içinde onları karıştırmaya çalışırken gülerek onu izliyordum. "Gülme kız zilli, al şu çikolataları kes küçük küçük." Gülüşümü bastırıp doğrama tahtasını aldım ve çikolata dilimlerini ufaltmaya başladım. "Senin nöbetin neden yoktu ki Ali abi?" Çikolata tanelerini kaseye dökerken sorduğum soruyla omuz silkti. "Bizim nöbetler pek denk gelmez. Dün nöbetim vardı benim." Başımı salladım hafifçe. "Hayatında biri var mı peki, yakışıklı prens?" Muzip sesimle bir süre sessiz kalması ile ona döndüm. "Yok be kızım, alfalar yalnız yaşar." Dediğine kıkırdasam da içten içe bir şeyler olduğunu fark etmiştim. "Sen alfasın yani?" Başını salladı gülerek. Karıştırdığı malzemelere geriye kalanları da ekledi. "Yoğuracak mıyız şimdi bunu." Garip bir şekilde sorduğu soruya kahkaha atmamak için dudağımı ısırdım. "Dokunmam ben buna Çinli." Korkunç bir şeymiş gibi bahsetmesiyle dudağımı ısırmam yetmemişti, kahkahayı bastım. "Ya Ali abi! Çok komik duruyorsun şuan. Sen gel şunları doğra. Ben yoğururum." Omuzlarından yük kalkmış gibi kaseye doğru beni çekip bıçağı elimden aldı. "Önce ellerimi yıkayayım yine." O sessizce beni onaylarken ben ellerimi yıkamış kaseye elimi daldırmıştım. Kıvam alana kadar yoğurmam gerekiyordu. "Abi damla çikolatayı da kat onların üstüne, bir de şu fındıklarla cevizleri ez ama çok ufaltma." Tekrar onayladı beni. Eni sonu kıvam alan hamurun içine çikolata, ceviz ve fındığı da katıp karışması için biraz daha yoğurmuştum. "Tepsiyi masaya bıraktım. Gel oturarak devam edelim." Bu dediğini geri çevirmeyip hemen masaya geçtim. Ayakta durmak yorucuydu. "Şekil vermeye yardım edersin herhalde?" Bu dediğim onu güldürürken kasedeki hamurdan bir parça alıp yuvarladı. "Biraz yassı hale getir onu. Öyle yuvarlak koyma." Bıkkın bıkkın bakarken söylenmeyi de eksik etmiyordum. "Tamam anneciğim(!)"