"ON: YANAN RUH"
'Yıkık dökük harabelerimde yanıyor ruhum.'On sekiz yaşındaydım. On sekiz yaşındaki bir kızın hayatıydı bu ve kayıplarla doluydu. Önce çocukluğumu kaybetmiştim sonra hayallerimi. Umutlarım bir bir kaybolmuştu içimde. En kötüsü ise ben masumluğumu kaybetmiştim. Uzandığım yatak bile bana dar geliyordu. Boş bakan gözlerimden tek yaş akmıyordu. Öylece izliyordum tavanı. Uyanmıştım. İki koca gün uyutulduktan sonra uyanmıştım. Kimseyi görmemiştim henüz. Buna hazır değildim. Ellerim karnıma sarılı bir şekilde uzanıyordum. Kapı tıklatılıp ardından açılınca derin bir soluk aldım. "Merhaba Ayza." Duyduğum ses ile bakışlarımı çevirdim. "Ağrın var mı diye kontrole geldim." Yanıma yaklaşırken kurduğu cümle ile dudaklarımı birbirine bastırdım. Elleri üstümdeki kıyafeti sıyırdı. Kasıklarımdaki dikişleri kontrol ediyordu. "Dikişlerin iyi duruyor. Yaraların kapanıyor yavaş yavaş. Ağrı hissettiğin bir bölge var mı?" Başımı sağa sola salladım. Gülümsedi ve başını salladı. "Abin, daha doğrusu Barlas abin seni görmek istiyor Ayza. Ailen gibi sakince bekleyemiyor. Belki de onu görmek istersin." Yutkundum ağırca, bu sefer başımı olumlu anda sallarken o da başını sallamış ve kaldırdığı hastane kıyafetini düzeltip serumumu kontrol etti. "Şimdi onu göndereceğim." Odadan çıkmasının ardından saniyeler içinde açılan kapıya döndüm. Hızlıca yanıma gelen beden karnımın üstünde duran ellerimden tuttu, öptü. "Ayza'm, güzel bebeğim benim." Tepkisizce izledim onu. Gözlerinin altı mosmordu, bedeni çökmüştü. Bu hali içimi acıttı. Yine tepki göstermedim, gösteremedim. "Özür dilerim, çok özür dilerim. Keşke seni hiç bırakmasaydım. Keşke sen.." Konuşarak böldüm sözünü. "Özür dileme." Gözlerime baktı. "Pişmanlık da hissetme. Siz haklıydınız." Dudaklarını araladı. Konuşmasına izin vermedim. "Bu konu hakkında konuşacaksan git." Sustu. Ellerimden destek alıp doğrulmaya çalıştım. Yardımıyla sırtımı geriye yaslarken tekrar konuştum. "Diğerleri nasıl?" Başını kapıya çevirdi sorduğum soru ile. "Seni görmek için can atıyorlar." Reddettim onu, kimse olmamalıydı etrafımda. O da gitmeliydi. "Yalnız kalmak istiyorum." Başı bana döndü anında, gözleri gözlerime bakarken başımı çevirdim. "Pekâlâ, kapının önündeyiz." Sessizce kalktı eli kapının kulpunu tutmuşken başı bana döndü. "Utkan da burada, bilmek istersen." Ardından hızlıca odadan çıkıp kapıyı da kapatmıştı. Derince soluklandım. Ellerimi karnıma sardım usulca. Yutkundum ve başımı koridordu gören pencereye çevirdim. Perdesi kapalıydı. Yerimden doğrulup yerde duran terlikleri çıplak ayağıma geçirdim. Elim yaralarımın üstünde ağır adımlarla camın önüne ilerleyip koltuğa oturdum. Çocukluğum gözümün önüne gelirken yutkunmuştum.
Temmuz, 2010:
"Babacığım! Ben de bahçeye çıkabilir miyim?" Sesim hem korku dolu hem de hevesliydi. Hiç evden dışarı çıkmamıştım şimdiye kadar. Küçük bedenim onun bakışlarıyla titredi. "Siktir git odana!" Yüksek sesi ile irkildim. Bir adım geri çekilirken tekrar dudaklarını araladım umutla. "Ama baba.." sesimi kesen adamın sert darbesi olmuştu. Çelimsiz bedenim yere savruldu. Elim acıyan yanağıma giderken yutkundum. Tekrar gelen darbe karnımaydı. Gözlerim doldu taştı hızla. Henüz altı yaşındayken yemiştim ilk dayağımı. Nedeni ise hep görüp imrendiğim çocuklar gibi dışarı çıkmaktı. O gün büyüdüm. Karnıma inen her tekme beni büyüttü.