"BÖLÜM ON DÖRT: KIZ ÇOCUĞU."
'En güzel çiçekti ruhum, hak etmedi solmayı.'En babasız evlerin yetim kalmış balkonlarında çiçekler büyütmüş kız çocuğuydum ben, canım çok yanıyordu. Kaburgalarıma saplanmış o paslı hançerleri söküp de korkusuzca yürümek istemiştim, ellerini aramak ve bulmak. Lakin her hançerin ucunu tutuşumda, her yolun başında bulamadığım o elleri daha çok yakardı canımı. İnsan tutunamayacak bir el bulamadığı ilk yerden eve dönermiş, hep. Bunu bana Utkan öğretmişti. Ona yürüdüğüm her sokaktan ellerim boş dönmüştüm. Gözümdeki yaşlar kaldırımlara dökülmüş, düştüğü yeri yakıp kavurmuştu.
Bir ay geçmişti. Koskoca bir aydır sesini duymamış, yüzünü görmemiştim. Korkuyordum, onu görüp yenilmekten çok korkuyordum. İnanmak istemediğim asıl şey ise çoktan yenilmiş olduğumdu. Günlerim odamda ondan kalan kitapları okumakla geçiyordu. Aileme karşı iyice kapanıyordum. Soluyordu ruhum günden güne. Babam bana 'kendini iyileştirmek istiyorsan yaralarının sahibini yok et, unut' demişti. *Üzerinden ne kadar geçerse geçsin, gözümün gördüğünü aklımın unutması mantıklı gelmiyordu bana. Unuttum desem; eşyalarla dolu karanlık bir odada, her şeyin üstüne kapkara bir örtü örtsem mesela hiç yokmuş gibi onların üstünden yürüyebilir miydim? Görmezden gelebilirdim, evet. Yok sayabilirdim belki ama inkar edemezdim. O anlar yaşanmıştı, ben oradaydım. O duyguları hissetmiştim. Şimdi göğsümden söküp atamazdım öylece.* (Yıldızların arası alıntıdır.)
"Ay parçam?" Oturduğum yerde korkuyla sıçrarken daldığım yerden başımı çevirdim. Fark etmediğim, yanıma kadar gelen, babama döndü bakışlarım. "Seslendim bir türlü duymadın, yanına geleyim dedim." Korktuğumu anlamış gibi açıklama yaptıktan sonra yanıma oturdu ve benim gibi arkasına yaslanıp gözlerini pencerenin ardındaki gökyüzüne çevirdi. "Nasılsın?" Omuz silktim görmediğini bile bile, cevap vermedim. Cevap da beklemeden konuşmaya devam etti. "Kaçmayı ne zaman bırakacaksın gönlümün çiçeği? Ne zaman yüzleşeceksin?" Başını çevirdi ağır ağır. Gözlerime baktı içimi görmek istermişcesine. "Kaçtıkların ufacık bir kar topuna benzer Ayza. Sen kaçtıkça peşinden yuvarlanır, yuvarlandıkça büyür. Sonrasında ise ezip geçer seni. Yerinden kalkamazsın." Uzanıp titreyen ellerimden kavradı. Avuçlarımın içini öptü. "Sana sevme demem ki kızım, sev. Bilirim ben bir insanı sevgi değil sevmek iyileştirir." Gülümsedi burukça, gözlerim doldu. "Lakin sen hala küçük bir kız çocuğusun ay parçam, bir adamı annesi gibi sevmek akıl işi değil." Fark etmişti. Sürekli aklımın onda oluşunu, yemeğini yiyip yemediğini bile düşünüp aklıma taktığımı fark etmişti. Elbette ederdi çünkü gözlerime bakmak için değdirmiyordu gözlerini, görmek istiyordu ve görüyordu. "Mesele sevmek değil ki baba. Beni tüketen bu sevgi değil." Titreyen sesime rağmen akıttım içimin zehrini. "Hani ukde kalmak derler ya, işte o. İçimde ukde kaldı." Yutkundum zorlukla ve tuttuğu ellerimi sıktım. "Parça parçayım, dizlerim tutmuyor ona giden o yola buna rağmen o içimde. İçimde bir yerlerde ukde." Burukça gülümsedim. Kollarımı onun beline sarıp başımı göğsüne koydum. "Dayanamıyorum baba, yemin ederim dayanamıyorum. Aşkın zehri sardı ruhumu sanki. Her şeyin içinde bir de onun ateşine değiyorum. Cayır cayır yanıyorum sonra. Yemin ederim böyle olacağını bilsem kaçardım, uzağa savururdum kendimi." Kollarını sardı etrafıma sıkıca. Dağınık saçlarımı öptü birkaç kere. "Kaçmazdın ay parçam, aşk kapına kadar gediğinde kırk kat kilit koysan işlemez. Kurtulamazsın, savrulamazsın." Bunu en iyi bilen oydu, anneme olan tek bir bakışı bile aşk doluydu babamın. "Onunla yüzleş Ayza. Kaçma, çık karşısına. Ben onu tanıyorum. Bir aydan fazladır sırf seni görür umuduyla bahçe duvarının hemen arkasında duruyor." Umutla kaldırdım başımı ve baktım yüzüne. "Gerçekten mi baba?" Öyle hevesli çıkmıştı ki sesim, gülümsedi bu halime. Elini yanağıma yaslayıp yüzümü okşadı. "Gerçekten tabi. Babalar yalan söylemez ay parçam." Doğruldum yerimde ve yanaklarını öpücüklere boğdum. Beklediğini duymak.. hele ki beni görmek için beklediğini... İnanılmaz bir şeydi. Babamın kahkahalarına karışan gülüşlerim odayı inletiyordu resmen. "Kaçmayacaksın artık değil mi?" Başımı salladım hemen. "İçine atmayacaksın, konuşacaksın bizimle?" Tekrar onayladım. Dağınık saçlarımı düzeltti elleriyle ve gülümsedi. "Bu akşam bize geliyorlar, Eflahlar da olacak. Odana saklanma bu sefer ay parçam, tamam mı?" Gözlerim açılırken geri çekildim hafifçe. "Bu kadar çabuk mu?" Hayret dolu sesim ile güldü. "Feride teyzenler şimdiden geldiler desem." Dedikleri yerimden fırlayıp banyoya doğru koşuşturmama yeterken yüksek desibelli kahkahasıyla bende gülmüştüm. Böyle gülmeyeli uzun zaman olması ise içimde bir yerleri daha yok etmişti lakin susmadım, daha çok güldüm.