prologue

263 16 2
                                    



savaş başlayalı tam olarak bir yıl olmuştu. her geçen günü çaresizce saymaktan başka bir şey gelmiyordu zayıf oğlanın elinden. bazen haftada bir, bazen ayda bir gelen mektuplardan başka onu ayakta tutan hiçbir şey yoktu. ama yine de kendini güçlüymüş gibi göstermeye çalışıyordu. başka ne yapabilirdi ki? hiçbir şey olmamış gibi davranmak, her an yas tutmaktan daha kolay geliyordu. tabii, sırf öyleymiş gibi davrandığı için acının geçtiği falan yoktu. sadece insanların kendisine acıyan bakışlar atmasından bu şekilde kaçınıyordu. ne kadar işe yaradığı ise muamma ancak elinden geleni yapıyordu işte. sonuçta en yakın arkadaşı savaşın merkezine gitmişti. nasıl alışabilirdi ki insan böyle bir acıya? her an ölebileceğini bilerek.

günlük rutini ise basitti. sabahları erkenden annesiyle kahvaltı yapar ardından babasının ona devrettiği fırına giderdi küçük ama hızlı adımlarla. 14 saatlik ağır çalışmanın ardından, güneş çoktan şehre veda ettiğinde fırını kapatır evinin yolunu tutardı. annesinin fark etmediği zamanlarda akşam yemeğini atlayarak direkt duşa girerdi. gözyaşlarının suyla karıştığı uzun bir duşun ardından yanakları pembeleşmiş bir şekilde çıkıp sessizce odasına girerdi. istemese de savaş alanından kendisine gönderilen mektupları okurdu. hasta vücuduna küfürler ederek tüm mektupları bitirirdi. yapacak çok bir şeyi kalmayınca ise erkenden yatağa girip uyumaya zorlardı kendisini.

pazar günlerini ise tüm gün yatarak geçirir, sıkıldığında sokağa çıkıp perişan olan kore halkının yüzlerine bakardı. ülkenin savaştan en az etkilenen bir bölgesinde yaşamasına rağmen kimseyi rahat bir hayat geçirirken gördüğü olmamıştı hiç. oğullarını göndermek zorunda kalan anneler, ümitsizce torunlarının dönmesini bekleyen büyükbabalar, eşlerinin hasretini çeken yeni evli kadınlar ve daha niceleri sokakları doldurup taşırıyordu. insanlara iyice bir bakış attıktan sonra şehrin bir diğer ucundaki, artık yolunu ezbere bildiği o eve uğrardı. her gittiğinde bahçede öylece uzanıp kitap okuyan bir kız olurdu. genelde kızın yanına oturur ve onunla sohbet ederdi. ortak bir noktaları vardı sonuçta.

kızın abisi savaştaydı. ve abisi sıska çocuk için çok önemliydi. savaşta olduğu için onu artık göremiyordu. bu yüzden arada bir kardeşini görmeye gelirdi. abisine bu denli benzemesi gelip görme sebeplerinden biriydi. saatlerce sohbet ederler sonra ise annesi kızı ve çocuğu yemek için içeri çağırırdı. ama sıska çocuk her seferinde bu daveti reddederdi çünkü o evde henüz hatırlamak istemediği çok fazla anısı vardı. böylece yürüyerek eve döner ve yaşlı annesiyle yerdi yemeğini.

her gün bir diğerinin kopyasıydı adeta. o belirli kişi olmayınca çok bir zevki kalmıyordu yaşadığı hayatın. bu gerçeği asla sesli bir şekilde kabul etmezdi ama reddetmezdi de.

her gece uyumadan önce umuyordu. yarın olacak ve her şey eskisine dönecek. hayatım tekrar çekilebilir olacak. ardından uyuyakalıyordu.

ne yazık ki yarın hiçbir zaman gelmedi.

-

-

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
when the world was at war we kept dancing, minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin