十六

62 8 3
                                    


14 temmuz 1950
goheung-gun, jeollanam-do, güney kore

bir insan en fazla ne kadar acıyı kaldırabilir? tam her şey yolunda gidiyor derken yolumuza çıkan taşlar bizleri ne kadar yıpratabilir? taşların etrafından dolanırken o yolun çıkmaz sokak olduğunu öğrenmek nasıl bir histir? yatağımda uzanmış bunları düşünürken hepsini deneyimlemek yüreğimde yağmurların yağmasına sebep oluyordu.

daha dün akşam her şey mükemmelken beklenmeyen bir anda gelen haberle dünyalar başıma yıkılmıştı. asker ihtiyacı artıyor, listedeki sıradaki şehir jeollanam-do. sabah beş sularında televizyonlarda yayınlanan haberin başlığıydı bu. gemiler çoktan yola çıkmış, akşama buraya varmak üzere geliyorlardı. babamla erkek kardeşim saatlerdir içeride gitmek için hazırlıklar yaparken ben yatağıma uzanmış için için ağlıyordum. sessizdim. ama acım sessizliğimle boy ölçüşemezdi.

savaşa gidemiyor olmak bir insanı ne kadar üzebilirse o kadar üzüyordu beni. bir insan sarrafı gibi hissediyordum. gerçekten hiçbir işe yaramıyordum. ülkemi kurtarmak için elimden gelen tek şey dua etmekti. tanrıyla aram iyi olmasa bile hayatımda hiç etmediğim kadar dua etmiştim. haberin yayınlanmasının üstünden saatler geçmesine rağmen hala yatağımdan çıkamamıştım.

"gözlüğümü alayım mı?" "al işine yarar." "ya kırılırsa? yenisini alamayız." kapalı kapının ardından gelen erkek kardeşimin sesi nefes almamı daha da zorlaştırıyordu. gittikten sonra  ne zaman geri dönecekleri belli değildi. belki de onlarla elimden geldiğince vakit geçirmeliydim ama onları görürsem bırakamamaktan deliler gibi tırsıyordum. güçlü biri değildim.

yorganımı başıma kadar çektim ve titreyen ellerimi bacaklarımın arasına yerleştirdim. başıma ağrılar giriyordu. herkes gidince aynen bu şekilde yalnız kalacaktım. her günümü yorganımın altında çaresizce geçirmeye çalışacaktım. şimdiden halime acıyordum. keşke en azından aralarından biri yanımda kalabilseydi. keşke...

"wonwoo hyung? içeride misin?" kapının tıklanmasıyla yorganın altından çıktım ve kapıya bakmaya başladım. mingyu'nun beni bu şekilde görmesini istemiyordum. en azından giderken gönlü ferah olmalıydı. komodinimin üstündeki gaz lambamın ışığını azıcık söndürdüm ve gözyaşlarımı silerken "buradayım. gel içeri." dedim elimden geldiğince pozitif bir ses tonuyla. kapının ardındaki beden hiç beklemeden içeri girdi ve bakışlarını loş odada gezdirdi. gözlerimiz buluşunca aynı benimki gibi görünen kızıllarıyla karşılaşmıştım. hızlıca içeri girerek kapıyı arkasından kapattı. saatlerdir onu görme isteğiyle yanıp tutuşuyordum ama şimdi o önümdeyken ne yapmam gerektiğini şaşırmıştım.

o, odanın ortasında öylece dururken ayağa kalktım ve yanına ilerledim. çenesi titriyordu. kollarımı omzuna dolayıp başını omzuma yasladım. kafası omzuma değdiği anda titreyerek ağlamaya başladı. sırtını sıvazladım ve kokusunu içime çektim. belki yıllar boyunca bu kokudan mahrum kalacaktım. kim bilir belki de bu son defa içime çekişim olacaktı. istemsizce aklımı dolduran düşüncelerle daha fazla kendimi tutamadım ve gözyaşlarımın tekrar gözlerimle buluşmasına izin verdim.

"seni kaçırsam nasıl olur? gemilerden birine sızıp amerika'ya gidelim hm?" ellerini belime dolayarak sıkı sıkı sarıldı bana. "babam yakamdan tutar ve sürünerek de olsa beni geri getirir." "saklanırız. kaçak kimlik çıkartırız." vatan haini olarak adlandırılsam da umurumda değildi. ona bir şey olması demek benim ölümüm demekti. benim vatanım oydu.

sanki ayrılırsa dağılmamdan korkarmışçasına oldukça yavaş bir şekilde kafasını kaldırdı ve gözlerime bakmaya başladı. "ben savaşa gitmek istiyorum hyung." söylediklerini tamamen sindirdikten sonra ellerimle kaşınmaya başlayan gözlerimi kapattım ve geri geri giderek yatağıma oturdum. "anlıyorum." sesim her ne kadar boğuk çıksa da beni çok net duyduğunu biliyordum. derin derin nefes almaya başladığımda tereddütle koluma dokundu. "hey... iyi misin?" konuşamıyordum. nefesim kesiliyordu. güçsüz kollarıma dolabımı işaret ettiğimde hemen demek istediğimi anladı ve telaşlı bir şekilde dolabı açarak üst raftaki astım ilacımı çıkardı.

when the world was at war we kept dancing, minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin