十七

42 4 0
                                    


2 ağustos 1950
goheung-gun, jeollanam-do, güney kore

ne yaparsam yapayım günlerim bir türlü hızlı geçmiyordu. her gün aynı günü yaşayınca insanın artık zaman algısı da kayboluyordu ne yazık ki. henüz herkes savaşa gideli bir ay bile olmamıştı ama ben şimdiden bu tempodan ölümüne sıkılmıştım. ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu. kaçamazdım. ne kaçacak bir yer vardı ne de benim öyle bir lüksüm. anneme bakmam gerekiyordu.

yatağımdan kalktım ve kendimi uyandırabilmek için gerildim. önümde yine uzun ve sıkıcı bir gün vardı. odamdan çıktım ve annemin mutfaktan gelen koşuşturma seslerini duyunca o tarafa yöneldim. yine her zaman yaptığı gibi bana kahvaltı hazırlıyordu. son bir ayda iştahım oldukça kaçmıştı ve sadece hayatta kalmak için yemek yiyordum diyebilirim. yine de annemi kırmamak için elimden geldiğince aile yemeklerine katılıyordum. sadece iki kişi kalmış olsak da...

"günaydın." "günaydın oğlum! otur şöyle soya fasulyesi çorbası yaptım." benim için sandalyeyi çekince mahcup olmuş bir şekilde oturdum. annem hizmet etmeyi severdi ama genelde babam için yapardı böyle şeyleri. şimdi o gidince ne yapacağını şaşırmış olmalıydı ki bana onun büyüğüymüşüm gibi hizmet ediyordu. nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. sadece ne isterse yapmasına izin vermiştim. ben yemeğe başlamışken onun bulaşıkları yıkaması ise kırmızı çizgimdi. "anne tanrı aşkına iki dakika dur da yemek ye benimle."

şaşırmış bir şekilde bana döndü ve yavaşça elindeki tabağı tezgaha koydu. "oğlum ben, sen tüm gün çalışacaksın diye günün bir saati rahat olup kendine vakit ayırmanı-" "senden rahatsız olduğumu kim söyledi?!" istemeden sesimi yükseltip elimi masaya vurduğumda annem yerinde sıçradı. hemen ne yaptığımı fark edince kaşlarımı çattım. "a-anne ben... kusura bakma öyle demek istemedim... sadece- sikeyim ya." ellerimle gözlerimi kapattım ve düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. son zamanlarda kafamın içi çok doluydu bu yüzden ağzımı açtığım anda istemediğim kelimeler dökülüyordu ağzımdan.

annem bir şey demeden yanımdaki sandalyeyi çekti ve oturdu. elini sırtımda gezdirerek beni bir nebze de olsa rahatlatmaya çalıştı. "anlıyorum wonwoo. kendini açıklamana gerek yok." "patlayacakmış gibi hissediyorum anne." elimi gözümden çektim ve yaşlı gözlerine baktım. düşünmeye devam ettikçe gözlerim doluyordu. "herkesi o kadar özlüyorum ki... ama konuşmaya gelince isimlerini bile söylemeye cesaretim yok. ben de onlarla gitmek çok istemiştim. ben de işe yaramak istiyorum. gemiye sızmadığım için çok pişmanım." ondan sıcak bir karşılık beklerken birden kafama sertçe geçirmesiyle yerimde donup kaldım.

"işe yaramadığını nereden çıkarttın? sen olmasan ben ne yapardım? senin gibi burada kalan bir sürü adam var. yalnız değilsin." yerinden kalktı ve masadaki kaşığı alarak elime tutuşturdu. "onları, onu özlediğini biliyorum. ama sen güçlü olamazsan onlar için ettiğin dualar nasıl kabul olsun? tanrıya güven." söylediği cümleler arasında sadece bir kelime dikkatimi çekmişti. onu. o derken kimden bahsediyordu? herhalde düşündüğüm kişi değildi. yoksa öğrenmiş miydi? imkanı yok. çok dikkatliydik oysa-

"bak yine. düşünme bu kadar da yemeğini ye ve git para kazan!" kafama tekrar yediğim tokatla kendime geldim ve annemin mutfaktan çıkarken sırtını izledim. öğrenmiş olsaydı bu kadar sessiz kalmazdı asla. boşuna endişeleniyordum. ne zamandır ısırdığımı bilmediğim dudağımı saldım ve önümdeki çorbayı içmeye başladım.

-

fırının önüne geldiğimde kafamı kaldırarak sessiz sokağa bakındım. eskiden burası oldukça canlı ve neşeliydi. şimdi ise bomboştu. sadece karşı bakkalın kızını görüyordum. belki de erken olduğu içindi. bilmiyordum. düşünmek de istemiyordum. fırını açtım ve içeri girdim. içerisi dışarıdan daha da içler acısıydı. tek başıma olduğum aynı zamanda hasta olduğum için her şeye yetişemiyordum. tozlar birikmeye başlamıştı. derin bir nefes alıp vererek demek ki artık hayatım böyle diye düşündüm ve köşede duran süpürgeyi aldım. en azından fırını açmadan birazcık da olsa etrafı silebilirdim.

when the world was at war we kept dancing, minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin