十一

52 4 0
                                    


3 ekim 1949
goheung-gun, jeollanam-do, güney kore

"gideceğimiz yere bayılacaksın hyung!" mingyu önüme geçmiş, yüzünü bana dönmüş bir şekilde geriye doğru seke seke yürüyordu. sonbahar olmasına rağmen havanın sıcak olmasından yararlanmak istediğini söylemiş ve beni zorla dışarı çıkarmıştı. nereye gittiğimizi bilmiyordum ama çok heyecanlı görünüyordu. "işten izin alırken çok zorlandım. buna değse iyi olur." "değecek emin ol."

şehrin içindeki pazardan geçerken her zamanki gibi önüne gelen herkese selam vermeye devam ediyordu. herkes havanın haftalar sonra ilk defa güneşli olmasından yararlanmak istemiş gibiydi. etraf kalabalık, pazar rengarenkti. mingyu bir tezgahın önünde durdu ve atıştırmalık bir şeyler alarak omzundan asılı olan kocaman çantasının içine koydu. tabii ki çantanın içinde ne olduğu da benim için bir gizemdi. ne sorarsam sorayım cevap vermekten kaçınıyordu.

ilişkimiz başlayalı 2 ay bile olmamıştı ve her şey mükemmel gidiyordu diyebilirim. insanlardan saklamak ne kadar zor olsa da o kadar mutluydum ki bunu bir sorun olarak görmüyordum. daha önceden bu kadar korkak olduğum için kendime küfürler ediyordum sadece. çok fazla zaman harcamıştık. o günlerde yapabileceğimiz şeyleri düşünmek bazen başımı ağrıtıyordu. kendimi suçlamaktan başka bir şey yapmıyordum. ama mingyu'nun gülüşünü görünce her şey geçiyordu. bütün sorunlarım, sorumluluklarım hepsi uçup yok oluyordu adeta. o öyle biriydi benim için.

yolda yürürken omuzlarımız birbirine değiyordu ve parmaklarım parmaklarına dokunmak için can atıyordu. öyle ki ellerim karıncalanmaya başlamıştı. o da benimle alay edercesine işaret parmağını elime değdirip duruyordu. o da istiyordu ama etrafımızın henüz el ele yürümek için çok kalabalık olduğunun farkındaydık. şehir merkezine yakındık ve burası en kalabalık bölgelerdendi. risk almaya gerek yoktu.

tam pazardan çıkmak üzereydik ki tanıdık iki beden önümüzde belirdi. "hyung!! ne işiniz var burada?" chan elindeki poşetleri yere koyup ellerini beline yerleştirdi. seokmin de yanındaydı ve onun da elinde ağır olduğu belli olan poşetler vardı. "ne zamandır görmüyoruz birbirimizi?" abarta abarta sorduğu soru karşısında mingyu kafasına vurdu. "daha bir hafta olmadı görüşeli sanki yıllar olmuş gibi konuşuyorsun?"

odağımı tekrar chan'a verdim. "bugün işten izin aldım. mingyu beni sürpriz bir yere götürüyor. hala söylemedi nereye gittiğimizi." chan tekrar poşetleri eline alırken neredeyse gülmekten bayılacak olan mingyu ve seokmin ikilisine baktık. sadece 15 saniye odağımı onlardan çekmiştim ve seokmin neredeyse gülmekten yere düşecekti, mingyu'nun ise gözleri sulanmıştı. "ne? neye gülüyorsunuz? KAÇIRDIM BANA DA SÖYLEYİN!!" chan bağırarak abisinin bacağını tekmelemeye başladı.

"o- o an duyman lazım-dı." seokmin hıçkırıkları arasında konuşmaya çalışırken sırıttım ve gözlerimi devirdim. "hadi herkes işine gücüne. görüşürüz çocuklar." mingyu'nun kolundan tutup çekiştirmeye başladım. seokmin'in son kez omzuna vurdu ve beni takip etmeye başladı. sonunda gülmesi durulunca dudaklarımı büzdüm ve kafamı ona çevirdim. o da kafası karışmış bir şekilde bana bakmaya başladı. "pazarın ortasında seni öpmemi istediğin için mi böyle bakıyorsun?" "salak mısın?" yüzümü buruşturdum ve tekrar önüme bakmaya başladım. "ben de seni o şekilde güldürmek istiyorum sadece."

biraz sessiz kaldıktan sonra 32 diş sırıtmaya başladı. kafasını eğip yüzüme baktı ve iki parmağıyla yanağımı sıktı. "hyung çok tatlısın inanamıyorum!" elini ittim ve adımlarımı hızlandırmaya başladım. "ah hızlanma tamam tamam." kolumdan tuttu ve beni durdurdu. "sen beni kimsenin edemediği kadar mutlu ediyorsun zaten. inan bana." "ama benimle konuşurken o şekilde kahkaha atmadın hiç..."
gözlüğümü düzelttim ve havaya bakmaya başladım. "kalbim atıyor o kahkahaları."

when the world was at war we kept dancing, minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin