47 9 0
                                    


18 kasım 1948
goheung-gun, jeollanam-do, güney kore

bovling salonundan çıkıp soğuk havayla tekrar karşılaşınca titrek bir nefes bıraktım havaya. ellerimi paltomun cebine sıkıştırıp biraz da olsun ısınmaya çalıştım. mingyu yanımda yürüyor, soğuktan pek etkilenmemişe benziyordu. "wonwoo hyung, seni yendiğime göre istediğim bir şeyi yapman gerekiyor biliyorsun değil mi?" perşembe akşamı iş çıkışında mingyu'yu dükkanımızın önünde heyecanla beklerken görmüştüm. şehrin içinde yeni açılan bovling salonuna gitmemiz için yalvarmıştı. çok yorgun olduğumu ve hemen eve gitmek istediğimi söylemiştim ama kaybedenin kazananın istediğini yapacağını söylemesi üzerine dikkatimi çekmişti. şimdi ise buradaydık. açık ara farkla kaybetmiştim ve mingyu'nun isteklerini yerine getirme enerjisini kendimde bulmaya çalışıyordum.

yanımda mutlulukla zıplarken düşmek üzere olan gözlüğümü düzelttim. "ne istiyorsun?" bıkkınlıkla iç çektim. kafasını havaya kaldırdı ve düşünmeye başladı. tekrar yüzüme baktığında dalgalı saçları gözlerinin üstüne düştü. tek eliyle saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırırken ağzını açtı. "bugün bizim evde kalmaya ne dersin? babam son dakika işi çıktığı için evden birkaç günlüğüne ayrıldı. bir tek kız kardeşim ve annem var." nereye gittiğini bilmediğim adımlarımı yavaşlatırken kaşlarımı havalandırdım. "yarın işe gitmem gerekiyor. ve yanımda hiç ekstra kıyafetim yok." ellerini cebine koydu. "işine sabah birlikte gidebiliriz. hem benim sana olabilecek bir sürü kıyafetim var. bahane üretme." dedikleri mantıklı gelince diyecek bir şeyim kalmamıştı.

"peki o zaman. reddetme gibi bir şansım yok zaten." gülerek kolunu omzuma attı. mingyu'nun evine gitmek için kestirme bir yol vardı ama biz yolu uzatmak için şehrin içinden gitmeye karar verdik. sokaklar canlıydı. alışverişe çıkanlar, ellerinde kiralanmış film kasetleriyle gezenler, çocuklarını kovalayan anneler ve daha niceleri. uzun bir yol boyunca sokak yemekleri satan minik tezgahların önüne asılmış ışıklar etrafı renklendiriyordu. "hyung aç mısın?" o sorana kadar aç olduğumu bile fark etmemiştim. kafamı onaylar anlamda salladım ve elimi tutarak beni yönlendirmesine izin verdim. bir sürü tezgahın önünden geçtik ve ortalarda bir yerde başında yaşlı bir teyze olan tezgahın önünde durduk.

"kolay gelsin kiyeon teyze!" elimi bırakmadan karşısındaki teyzeyle konuştu. teyze bir anda ayaklandı ve ellerini birbirine çarptı. "aigoo! sen misin mingyu? nasılsın?" teyzenin gülümsemesi büyüdü ve eline kepçesini aldı. "doğruyu söylemek gerekirse çok iyiyim kiyeon teyze. senden ne haber?" "gördüğün gibi. iyi olmaya çalışıyoruz işte." kısa sohbetleri devam ederken yüzümü mingyu'ya çevirdim. nasıl oluyor da bu kadar çok kişiyi tanıyor ve hepsiyle çok samimi bir şekilde sohbet içine girebiliyordu bilmiyordum ama bu huyuna hayrandım. "bu genç adam kim?" sohbet konusu bana gelince kafamı tekrardan yaşlı teyzeye çevirdim. gözlerinin bağlı olan ellerimize indiğini görünce mingyu'nun elini bırakmaya çalıştım ama sıkı tutuşu buna izin vermedi.

"bu benim en yakın arkadaşım ve dünyadaki favori insanım wonwoo hyung. tanısan bayılırsın kiyeon teyze." dedikleri üzerine vücudumdaki tüm kanın yanaklarıma çıktığını hissedebiliyordum. istemeden güldüm ve başımı eğdim. avcumun içindeki elini sıktım. "arkadaşların da aynı senin gibi yakışıklıymış mingyu. size ne verebilirim?" önümdeki tezgaha doğru baktım ve seçenekler arasından canımın hangisini çektiğini bulmaya çalıştım. gözlerimin bir şeyin üstünde durması çok uzun sürmedi. "pajeon istiyorum." ikisinin de duyabileceği kadar sesli söylemiştim ama mingyu siparişimi daha detaylı bir şekilde karşımızdaki teyzeye anlattı. "dörder tane etli pajeon ve ikişer tane de fıstık ezmeli hotteok alalım o zaman."

teyze siparişlerimizi paketlerken başını kaldırmadan konuştu. "etli istediğinizden emin miziniz? buranın deniz mahsüllü pajeon'u çok popülerdir." mingyu bir süre düşündü. "iki tanesini deniz mahsüllü verebilirsin o zaman. wonwoo hyung deniz ürünleri sevmez." teyze poşeti mingyu'ya uzatırken ben cebimdeki parayı çıkarmaya çalışıyordum. "hiç paranı çıkarma evladım benden olsun bunlar." teyze içten bir şekilde konuştuğunda gülümsedim ve sessizce teşekkür ettim. mingyu ise benim aksime sesini iyice yükseltti. "teşekkürler kiyeon teyze, kolay gelsin!" arkamızı dönüp yolumuza devam ederken teyzenin sesini son kez duyduk. "annene selam söyle!"

when the world was at war we kept dancing, minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin