45 8 0
                                    


31 aralık 1948
goheung-gun, jeollanam-do, güney kore

soonyoung saçlarımı iki yana doğru ayırıp küçük bir lastikle toplarken bir şey demeden işini bitirmesini bekliyordum. oturduğu koltukta bacaklarını iki yana açmış, ben de bacaklarının arasına yere oturmuştum. seokmin ve chan tam önümdeki büyük sehpanın üstünü düzenliyorlardı. "hyung benim saçımı da toplar mısın?" chan elindeki çerezleri masaya bırakırken konuştu. "herkesin saçını toplamayı planlıyorum zaten." dedi ve hafif bir kıkırtı bıraktı. jihoon sağ tarafımızdaki yılbaşı ağacını süslerken "öyle bir şeye izin vermeyeceğimi biliyorsun değil mi soonyoung-ah" dedi. soonyoung ise omuz silkerek saçıma son dokunuşlarını yapmaya devam etti.

"AAH!!" mutfaktan gelen bağırma sesiyle kafamı hemen o tarafa çevirdim ve hızlıca ayaklanarak mutfağa gittim. diğerleri de hemen peşimdeydi. "mingyu? ne oldu iyi misin?" seokmin'in endişeli sesini duyunca yüzünü bize çevirdi. tek eliyle yanağını tutuyordu. "hyung~" sahte ağlama sesleri çıkararak yanıma geldi. elini yüzünden çektiğinde kızardığını gördüm. chan krem almak için odadan çıktığında kızarıklığa elimle hafif de olsa rüzgar yapmaya çalıştım. "ne yaptın sen tanrı aşkına?" jihoon'un konuşmasıyla hemen savunma moduna girdi. "tavuğu yağa attığımda hep yüzüme sıçradı."

iki gün önce yılbaşı kutlaması için lee kardeşlerin evinde buluşmaya karar vermiştik. soonyoung korede yeni yeni popüler olmaya başlayan kızarmış tavuğu yememizi önermişti. herkes nereden alabileceğimizi araştırırken mingyu bir kahraman gibi çıkmış ve kendisinin yapabileceğini söylemişti. hepimiz ne kadar iyi yemek yaptığını bildiğimizden ona güvenmiştik ama ne kadar sakar olduğunu gözden kaçırmıştık.

"hyung bu kremi sürebilirsin." chan elinde bir yanık merhemiyle geri döndü. annesi hemşire olduğu için ne verdiğini bildiğini düşündüm ve sorgulamadan elinden aldım. bir sandalye çekerek mingyu'yu oturttum. "daha dikkatli olmalısın gyu." kafasını kaldırıp yaptığım her hareketi izlemeye başladı. diğerleri işlerine dönmek için mutfaktan ayrılmışlardı. elime biraz krem sıkıp yavaşça yanığın olduğu yere sürmeye başladım. yüzünü biraz buruştursa da sesini çıkarmadı ve işimi yapmama izin verdi.

mingyu'larda kaldığım gün yaşadığımız olaydan sonra aramız bir garipti. o konu hakkında bir daha konuşmamıştık. aslında birkaç gün direkt hiç konuşmadık. ama üç gün sonra mingyu dayanamamış ve birlikte pazara gitmeyi teklif etmişti. tekrardan her gün takılmaya devam ettik ama yine de bazı şeyler farklıydı. çok sık göz göze geliyor ve kızaran yanaklarımızla bakışlarımızı çekiyorduk. ilk başlarda fiziksel teması azaltmaya çalışsak da biz fark etmeden daha sık sarılmaya ve el ele tutuşmaya başladık. kimse bir şey demeye cesaret edemiyordu ve bu da aramızdaki şeyleri garipsetiyordu.

"neden durdun?" kendime gelince parmaklarımın yanağında öylece durduğunu gördüm. boğazımı temizleyerek kremi sürmeye devam ettim. "dalmışım. başka yanan bir yer var mı?" elimi çektim ve cevabını bekledim. biraz düşündü ve kafasını iki yana doğru salladı. kremin kapağını kapattım ve elimi yıkamak için musluğa yöneldim. o sırada gözlerim yağın içindeki tavuğa gitti. kaşlarımı havalandırarak "tüm tavuğu mu attın içine?" dedim. daha önce kızarmış tavuk yememiştim ama nasıl bir şey olduğunu görmüştüm ve buna benzemiyordu. mingyu da ayağa kalktı ve ocağa yaklaştı.

"evet bulduğum tarif böyle yemenin daha lezzetli olacağını söylüyordu." tavuğu kontrol etmek için eğildiğinde elimle onu durdurdum. "hiç akıllanmaz mısın sen?" sinirli bir ses tonuyla konuştuğumda tebessüm etti ve iki tarafımda toplanan saçlarımı tutarak kafamı sallamaya başladı. aptal ses efektleri çıkarıp kendince eğleniyordu. bir anda duyduğumuz öksürük sesiyle kapıya döndük. jihoon okuyamadığım bir bakışla bizi izliyordu. mingyu ellerini saçlarımdan çekerek buzdolabına yöneldi.

when the world was at war we kept dancing, minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin