28 şubat 1950
goheung-gun, jeollanam-do, güney kore"yine ne planlıyor bu çocuk?" elimdeki elmadan büyük bir ısırık alıp sokağın sonundan sola doğru döndüm. mingyu'yla haberleşmiş, bugün eski püskü kıyafetlerimle evine gelmemi istemişti. ne olduğunu tabii ki de söylemedi ama bugün kız kardeşinin doğum günü olduğunu biliyordum.
çoğu kıyafetim zaten eski püsküydü ama bulabildiğim en kullanılmış olanları giymiş mingyu'nun evine doğru yürüyordum. hava soğuk olduğu için elimden geldiğince hızlı adımlar atmaya çalışıyordum. en sonunda büyük kapı görüş alanıma girince biraz yavaşladım ve bitirdiğim elmamı yolun kenarına attım. kapıyı çaldım ve yerimde zıplamaya başladım. tanrım bu nasıl bir soğuktu böyle?
kapı çok geçmeden açıldı ve içeriden geleneksel hanbok giymiş bir kız çıktı. doğum günü için süslenmişti. eve girerken minseo'ya gülümsedim. "doğum günün kutlu olsun. kaç oldun bakalım?" cebimde yolda gelirken topladığım çiçekler vardı. minseo çiçek kurutmayı ve defterlerini süslemeyi severdi. mingyu'nun laf arasında söylediğini hatırlıyordum. hediye alacak param yoktu ancak bu kadarını yapabileceğimi düşünmüştüm. cebimden çiçekleri çıkarıp ona doğru uzattım.
çok fazla gülümsediğini görmezdim ama bugün gerçekten keyfi yerinde gözüküyordu. "16 oldum." hafif bir sırıtışla elimdeki çiçekleri alıp kokladı. "16 mı? sanki yıllardır 16 yaşındasın." cevap verme tenezzülünde bulunmadan arkasını dönüp içeri geçti. "wonwoo sen mi geldin?" mutfaktan çıkan kıvırcık saçlı kadının yanına ilerledim. o sırada ellerini üstündeki önlüğüne siliyordu. "yardıma geldiğin için teşekkürler. mingyu tek başına halledemezdi." "doğrusunu söylemek gerekirse ne için geldiğimi bilmiyorum."
"hyung!!" mingyu'nun sesini duyduğumda arkamı döndüm. üstünde aynı benim giydiğim gibi eski kıyafetleri vardı. tam bana sarılmak üzereyken iki adım geri çekildim ve kafamla annesini işaret ettim. "ah, doğru. hoşgeldin!" yüzündeki neşeli ifadeyi hiç bozmadan elini uzattı. elini sıktım ve gülümsedim. "hoşbuldum. ne için geldiğimi söyleyebilir misin artık? meraktan öleceğim."
elimden tutarak beni çekiştirmeye başladı ve minseo'nun odasına getirdi. her yer çarşafla kaplıydı ve yerde krem rengi boya kutuları duruyordu. "canım kardeşime doğum günü için ne istediğini sordum ve benden ne istedi dersin? odasını boyamamı. verebileceğim onca hediye arasından bunu istediğine inanamıyorum. tek başıma yapamayacığımı bildiğim için seni çağırdım ben de." gözleri odanın dışına kaydı ve kimse olmadığına kanaat getirince bana yaklaşıp yanağıma hafif bir öpücük kondurdu. "iyiki geldin."
biraz cilve yapmanın sakıncası olmayacağını düşünerek ona doğru yaklaştım ve ellerimle saçlarını düzelttim. "sen çağırdıysan nasıl gelmeyeyim? görmek için can atıyorken hem de." dudaklarını birbirine bastırarak gülüşünü durdurdu ve kafasını arkaya attı.
biz gülüşmeye devam ederken minseo içeri girdi ve ellerini birbirine çarparak dikkati üzerine çekti. "abime çok güvenmesem de wonwoo oppa, senden ümidim oldukça yüksek." "yahh!! bunu yapmayı kabul etmem bile bir mucize. her an vazgeçebilirim." kız kardeşinin üstüne yürüyordu ama minseo çok etkilenmiş gibi görünmüyordu. "arkadaşlarımla dışarı çıkıyorum. geldiğimde bitmiş olursa çok sevinirim." dedi ve saçını düzelterek odadan çıktı. akşama kadar nasıl bitirmemizi bekliyordu bilmiyorum. odası oldukça büyüktü.
"işe koyulalım mı?" zorla yaptırıldığını söylese de oldukça heyecanlı görünüyordu. hiç beklemeden yerde duran iki uzun rulo fırçadan birini bana verdi. "daha önce hiç oda boyamadım ki ben." o fırçasını boyaya batırırken ben ise aptal gibi onu izliyordum. "ben de boyamadım. genelde bu işleri babam yapar ama şu an iş için seul'de. ilk defa denemiş oluruz birlikte." sözleriyle cesaretlenip onun yaptıklarını taklit etmeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
when the world was at war we kept dancing, minwon
Fanficdevam eden kore savaşında solmuş bir çiçeği bekleyen oğlanın hikayesi, | angst