mingyu
8 ay önce
15 mart 1951
38. enlem, kuzey-güney sınırısavaşta olan bir adam olmama rağmen içim garip bir şekilde rahattı. iyi bir şekilde besleniyor, gün geçtikçe güçlendiğimi hissediyordum. en yakın zamanda nöbet görevimi geride bırakıp savaş alanına gidecektim ve bununla oldukça gururluydum.
işe yarıyor olduğumu bilmek içimi inanılmaz bir sevinçle dolduruyordu. benim yerimdeki bir insan evladı ne kadar mutlu olabilirse o kadar mutluydum. evime döndüğümde şehrimin gururu olacaktım. bundan daha iyi bir his olabilir miydi?
"hey mingyu hyung, sence ne zaman evlerimize döneceğiz?" seungkwan sanki aklımı okuyormuşçasına konuştuğunda kafamı ona çevirdim. güneş hafiften batıyordu ve etraf oldukça sakindi. günlük nöbetlerimizi tutuyorduk. daha gece ekibinin gelmesine altı saat kadar vardı. her gününüzü bir kişiyle bu şekilde geçirdiğinizi düşünün. aylar sonra seungkwan ile oldukça kaynaşmıştık. "bilmiyorum ama nedense yakında dönecekmişiz gibi bir his var içimde." "bahsettiğin yakın ne kadar bir süre?"
şüpheli gözleriyle beni süzerken kaskımı çıkarttım ve iyice kısalmış saçlarıma nefes aldırdım. wonwoo hyung'un mektubunu okuduğumdan beri saçlarımı daha da kısaltmıştım ve artık aynaya her bakışımda kendimi kötü hissetmiyordum. "en fazla bir buçuk yıl süreceğini düşünüyorum. iş siyaset meselesi sonuçta. arkamızda büyük güçler var. kimse bu savaşı gereğinden fazla uzatmak istemeyecektir." tamamen babamdan duyduğum sözleri aktarıyordum. benim bu savaşa dair pek bir bilgim ya da ilgim yoktu. sadece bana denilenleri yapıyordum zira. cevabım onu pek etkilememiş olacaktı ki homurdanarak önüne döndü. "senin için demesi kolay. bir buçuk yıl, evde seni bekleyen biri olunca çok uzun bir süre gibi geliyor."
"benim bekleyenim olmadığını nereden çıkardın?" yüzümde büyük bir sırıtış ile söylediğimde pek bana inanmış gibi görünmüyordu. "annen ve kız kardeşin sayılmaz hyung." gözlerini kısarak uzaklara dalmak üzereyken koluna vurdum. "ilk gün yaşananları unuttun herhalde. benim de evde beni bekleyen bir sevdalım var!"
bir süre eli omzunda, çatık kaşlarıyla bana baktı. neyden bahsettiğimi anladığında gözleri iyice açıldı ve elini ağzına götürerek gülmeye başladı. "AH! hyung o sendin değil mi? vücudunda morlu-" "ölmek mi istiyorsun? bu konuyu benden başkası konuşamaz." gözlerini devirdi ve yanımızda duran su matarasına uzandı. "eminim sen hariç herkes bunu konuşuyordur."
suyundan büyük bir yudum aldıktan sonra ilgiyle vücudunu bana döndürdü. "ee bahset bakalım şu gizemli sevgiliden." elimi enseme atarak kaşıdım ve neyden bahsetmem gerektiğini düşündüm. sonuçta atlamam gereken bir sürü önemli detay vardı. "neyinden bahsedeyim? senin nişanlın gibi o da benim dönmemi bekliyor işte." "hyung bu kadar sıkıcı olma. nasıl tanıştığınızı falan anlat işte."
"nasıl tanıştık.."
...
20 temmuz 1936
podu-myeon, goheung-gun, kore yarımadasıiçten bir şekilde ağlayan çocuk tek eliyle sümüklerini silmeye çalışıyor, diğer eliyle çalılıkları ayırarak ayakkabısını arıyordu. evet ayakkabısını. henüz 10 dakika önce ayağında olan ayakkabısını arıyordu. ama kader yüzüne bir türlü gülmeyen çocuk ne yaparsa yapsın bir türlü ayakkabısından bir iz bulamıyordu.
yalın ayakla az önce oynadığı parkın yanındaki gölün üstüne yapılmış köprüye çıkıp küçük ayaklarını sallandırarak köprünün üstüne oturdu ve sesli bir şekilde ağlamaya devam etti. ağlamasını durduramazken genç bir hanımefendinin ona yaklaştığını gören çocuk ağzını kapatıp hıçkırıklarını bir nebze de olsa tutmaya çalıştı. ne de olsa babasından böyle öğrenmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
when the world was at war we kept dancing, minwon
Fanficdevam eden kore savaşında solmuş bir çiçeği bekleyen oğlanın hikayesi, | angst