43 5 0
                                    


10 ağustos 1949
goheung-gun, jeollanam-do, güney kore

annem telaşla etrafta dolaşırken koltukta oturmuş onu izliyordum. "bu kadar abartmana gerek var mı anne?" karşımdaki koltukta oturmuş gazete okuyan bohyuk'un sesini işitince sessizce kıkırdadım. "sus bakayım sen! hiç doğru düzgün misafirimiz oldu mu bizim? şu hayırsız abin mingyu ve ailesini yemeğe çağırdığını bu kadar geç söylemeseydi daha rahat olabilirdim belki." gözünün ucuyla beni kesince rahatsızca yerimde kıpırdadım.

üstüme giydiğim kısa şortum ve ince gömleğim bile bu sıcak havada bana ağırlık yapıyordu. biraz temiz hava alma amacıyla ayaklanıp küçük balkonumuza doğru ilerledim. balkonun en köşesinde bir sandalye, üstünde ise elinde eksik olmayan sigarasıyla babam duruyordu. yanına ilerleyip çömelince sigarasını söndürdü. "merhaba baba." kafasını sallayıp elini omzuma indirdi. "merhaba wonwoo."

babamla hiçbir zaman çok yakın bir ilişkimiz olmamıştı. ama ona yanaştığım zamanlarda da kendini hiç geri çekmezdi. hoş, ben de çok yaklaşmazdım. küçüklüğünden beri her türlü işlerde çalıştığı için hep yorgundu bu yüzden çocuklarına ekstradan bir ilgi gösteremiyordu. buna her zaman saygı duydum ve onu zor duruma sokmamaya çalıştım. her ne kadar ilgisiz bir adam olsa da hiçbir zaman kötü bir baba olmamıştı. hastalığımdan dolayı hastaneye gitmem gerektiğinde her seferinde şikayetçi olmadan götürmüş, pahalı da olsa ihtiyaç duyduğum her ilacı benim için almıştı. fırında zor zamanlar yaşadığımda ise yapmam gerekenleri sabırla anlatmıştı.

"bir sorun yok ya?" daldığım yerlerden çıktım ve meraklı gözlerine çevirdim bakışlarımı. hafifçe gülümseyerek kafamı iki yana salladım. "hayır. her şey yolunda." anladığını belli eden mırıltılar çıkararak elini omzumdan çekti. zayıf bacaklarını birbiri üstüne atarak balkondan görünen dağlara bakmaya başladı. derin bir iç çektikten sonra "ilerde fırını devralmak istiyor musun wonwoo?" dedi. dizlerimi göğsüme çekip, dirseğimi dizime, yüzümü de avucuma yasladıktan sonra bir süre düşündüm.

"benim için nasıl bir gelecek planı kurduysan onu yaşamaya hazırım." dedim ve dudaklarımı ısırarak cevabını bekledim. anlamsız hayallerimi dile dökerek babamı zor duruma sokmama gerek yoktu. hayatımın sonuna kadar fırında çalışıp, benim için bulduğu bir kızla evlenebilirdim. o ise benim beklemediğim bir hamle yaparak "istiyor musun diye sordum. hazır mısın diye değil." dedi. ne diyeceğimi bilemiyordum. hayır, fırında çalışmak istemiyordum. üniversiteye gitmek istiyordum. edebiyat bölümü okuyup şiirler yazmak istiyordum. seul'e gitmek, orada yaşamak istiyordum. herhangi bir kızla evlenmek istemiyordum, ben... ben-

"isterim. hiçbir zaman kendimi başka bir yerde hayal etmedim. yapmak istediğim başka bir plan yok." ama ne faydası vardı ki? babama bu hayallerimi söyleyince benim için ne yapabilirdi? ailemizi zar zor geçindirirken beni seul'e mi gönderecekti? evlilik konusu zaten bambaşka bir mesele, düşünmeye bile efor sarfetmedim. babamın da boşuna başını ağrıtmama gerek yoktu.

kafasını sallayarak cebinden yeni bir sigara çıkardı. "anladım." ve başka hiçbir şey demedi. yaktığı sigaranın dumanı burnuma ulaşınca yerimden kalktım. "yine de sorduğun için teşekkür ederim." dedim ve cevabını beklemeden içeri geçtim. bir süre zorla yutkunarak kendime gelmeye çalıştım. balkonun kapısına dayanarak nefesimin yerine oturmasını bekledim. "sevgilin geldi." hala oturduğu yerden bir milim bile kıpırdamamış bir şekilde gazetesini okuyan bohyuk'un sesini işitince anlamamış bakışlarımla ona doğru döndüm. "ne zırvalıyorsun sen yine?" elindeki üzümü havaya atıp ağzıyla yakaladı ve devam etti. "annemle mutfaktalar." kollarımı silkeleyerek mutfağa doğru ilerledim. kapıyı açıp içeri girdiğimde annemi tezgahta yeşil soğan doğrarken gördüm. bakışlarımı yere çektiğimde ise...

when the world was at war we kept dancing, minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin