Onuncu Bölüm

169 29 1
                                    

 Onun söylediklerini yaptım ve kapadım gözlerimi. Karanlıktan başka hiçbir şey göremiyordum. Sonra yavaş yavaş bütün bedenimin uyuştuğunu hissettim. Sanki kollarım ve bacaklarım bana ait değildi. Bedenimi göremiyordum, sesim çıkmıyordu.

            Birden üşüdüğümü hissettim. Arkamdan bir güç beni ileri doğru sürüklüyordu sanki. Boşlukta hızla yol alıyordum. Tek bir ışık zerresi bile yoktu. Başım dönüyordu ve kendimi derin bir boşlukta hissediyordum.

            Çok uzaklarda, küçük bir ışık demetinin göründüğünü fark ettim. Işığa doğru hızla ilerliyordum. Ne kadar hızlı olduğumu ya da yolun nerede son bulacağını bilmiyordum.

            Gittikçe ışığa doğru yaklaştığımı fark ettim. Her saniye ışık daha da büyüyordu. Sanki bir uzay aracının içindeydim ve sonsuz bir hızla ilerliyordum. Işığa doğru iyice yaklaşmaya devam ederken, giderek yavaşladığımı fark ettim. Büyük bir mağaranın içinde bulmuştum kendimi. Burası bir mağaranın kapısıydı sanki.

            Boşlukta yürüyordum. Karanlığın ortasında ilerleyerek mağara görünümündeki bu tuhaf yere adım attım. Dönüp arkamdaki boşluğa baktığım zaman, taş duvarlardan başka bir şey göremiyordum.

            Sanki duvarın içinden çıkıp gelmiştim ve sonsuz bir hızla ilerlediğim karanlık çukura dair hiçbir iz yoktu. Anlatsam kimse inanmazdı ve herkes büyük ihtimalle benim deli olduğumu düşünürdü.

            Büyük bir mağaranın içindeydim. Neyse ki güneşi görebiliyordum. Fakat hala nerede olduğumu bilmiyordum.

            Etrafı inceledim bir süre. Bunlar çok eski zamanlardan kalmış olmalıydı. Resimler öylesine gerçekçi görünüyordu ki, bunları mutlaka çok büyük bir ressam yapmış olmalıydı.

            Kafamı duvarın diğer tarafına çevirdiğim zaman, muhteşem güzellikte bir resimle karşılaştım. Küçük bir kelebek, bir uçurtmanın ipinden tutuyordu ve uçurtmanın üzerinde bir çocuk vardı. Çocuk uçurtmayla birlikte gökyüzünde uçuyordu.

            Bu resme bakınca, çocukluğumda gördüğüm bir rüyayı hatırlamıştım. Büyük bir uçurtmanın üstüne çıkmış, etrafı izliyordum rüyamda. Uçurtmam öylesine büyüktü ki, dünyanın her yerinden görünebiliyordu. Uçurtmamın üzerine binmiş, tüm dünyayı dolaşıyordum. Sonra gökyüzünün en uzak yıldızlarına ulaşıyordum. Ay'dan dünyayı izliyor ve bulutlarla dans ediyordum. Bu rüyayı, bugün bile öylesine net hatırlıyordum ki, bu resme baktığımda, sanki o rüyayı yeniden yaşadım.

            Bu gerçekten muhteşem bir resimdi. Resmi daha yakından inceledim. Bunlar belki de binlerce yıl önce çizilmişti. Resmin her ayrıntısını dikkatle inceledim. Uçurtmanın üzerindeki çocuğa daha yakından baktığımda, büyük bir şaşkınlıkla irkildim. Bu resimdeki çocuk bendim! Hiçbir ayrıntı eksik değildi ve sanki fotoğraf makinesiyle çekilen resmimi duvara yapıştırmışlardı. Taşların üzerine resmim yapılmıştı. Fakat kimin yaptığını bilmiyordum.

            Mağaranın dışına çıkıp etrafı incelemek istedim. Çıkabildiğim en yüksek noktaya çıktım. Muhteşem bir manzara vardı gözlerimin önünde. Uçsuz bucaksız bir maviliğin ortasında, bir dağın tepesindeydim. Sonsuz maviliklerden ve gökyüzünden başka hiçbir şey yoktu önümde. Bir uçurumun en yüksek yerindeydim. Tek bir yanlış adımla paramparça olabilirdim.

            Muhteşem bir koku yayılıyordu etrafa. Bu kokuyu daha önce bir yerlerden hatırlıyordum. Sanırım bu, yosun menekşesi olmalıydı. Kokunun nereden geldiğini bir türlü bulamıyordum. Sanki toprağın altından geliyordu. Etrafımdaki bütün çiçekleri kokladım, ama o muhteşem çiçeği bulamadım.

            Yosun menekşesiyle ilgili bir şeyler bildiğimi hatırladım sonra. Sanki yıllar önce okuduğum bir mektupta bununla ilgili bir şeyler yazıyordu. Mektubu da, yazılanları da hatırlamıyordum. Biraz düşününce çok uzun zaman önce elime geçen gizemli bir mektupta yazan şeyleri hatırladım.

            Bu çiçeğin çok zor bulunan ve çok değerli bir çiçek olduğunu hatırlamıştım. Hatta ona çok yaklaştığında bile göremeyeceğini, ancak yüreğinle aradığın zaman bulabileceğini yazmıştı dostum mektubunda.

            Ben de yüreğimle aramaya karar verdim. Bütün düşüncelerimi sadece çiçeğe yönelttim. Yalnızca onu düşündüm.

Gözlerimi açtığımda elimde bir demet yosun menekşesi vardı. Yüreğimin sesini dinlemiş ve çiçeği bulmuştum. Aynen eski dostumun söylediği gibi...

            Çiçeği koklamak için burnuma yaklaştırdım. Bilinçsizce gözlerimi kapadım ve derin bir nefes alarak kokladım yapraklarını. ...ve tam da o anda, tabiat kanunlarını hiçe sayarcasına bir rüzgâr çıktı. Bu havada böyle bir rüzgâr mümkün olamazdı.

            Yüksek bir uçurumun dibindeydim. Küçük bir hatayı hayatımla ödeyebilirdim. Tam geri çekilmek üzereydim ki...


Kanatsız Uçan Kuşlar (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin