Babam, annem ve ben dakikalarca sarıldık birbirimize. Ben kelebek halimle olup bitenleri seyrediyordum. Hem sarılıyordum onlara, hem de izliyordum.
Bütün bunları babamın kulağına ben fısıldamıştım. Onların, bütün bu olup bitenlerden haberleri bile yoktu. Bir rüyanın ortasındaydım, kendi hayatımı bir yabancı gibi izliyor ve istediğim her şeyi değiştirebiliyordum... Bir kelebek için, yeterince zor şeylerdi bunlar...
Çok duygulu anlar yaşamıştık hepimizde. Ben çocuk halimi düşünüyordum en çok. Onun bütün bunları anlamasını istiyordum. Gözleri dolmuştu ufaklığın. Diğerleri gibi o da ağlamaya başladı. Ayaklarının yere sapasağlam basmasını istiyordum. Bu masum çocuğun, gelecekte neler yaşayacağını çok iyi biliyordum. Çünkü o acıları ben yaşamıştım.
Şimdi o, hayata hazır gibi görünüyordu. Babası ona yaşamı boyunca unutmayacağı dersler vermişti. Eminim bütün bunları neden ve nasıl söylediğinin şaşkınlığını yaşıyordu.
Bu duygusallık uzunca bir süre bozulmadı. Çok güzel anlardı bunlar. Benim hayal bile edemeyeceğim bir birliktelik yaşanıyordu şu anda. Bu müthiş bir sevgiydi ve daha önce böylesine duygulandığımı hatırlamıyordum. Bu defa olayların kontrolü benim elimdeydi. Olup bitene müdahale edebiliyordum ve bu çok hoşuma gidiyordu. Hayatımın kontrolü bendeydi. Kimseden yardım almadan, kimseye sormadan yaşıyordum...
Diğer kelebekleri, yani annemi, babamı ve kardeşimi merak ettim sonra. Birazdan döneceklerini söylemişlerdi ama saatlerce bekledim onları ve gelen giden olmadı... Saatler saatleri izledi ve kelebeklerden hiçbir haber yoktu. Oysaki hemen geleceklerini söylemişlerdi giderlerken... Onlar da uzun bir rüyaya mı dalmışlardı benim gibi? Yoksa onları bir daha göremeyecek miydim? Her yerde aradım kelebek ailemi. Ama en ufak bir iz bile yoktu onlardan geriye.
Bütün çiçeklerin yapraklarında onların kokusunu aradım. Hiçbir ize rastlayamıyordum. Kelebekleri ararken, gerçek ailemi kaybetmiştim. Bu defa da, onları bıraktığım yerde bulamıyordum. Hem gerçek ailemi hem de kelebekleri her yerde aradım durdum. Fakat nafile...
Yine yapayalnız kalmıştım. Ne kelebekler ne de gerçek ailem yoktu. Bu defa üzülmedim. Çünkü onları hissedebiliyordum. Göremiyordum belki ama hissediyordum. Akşam olmak üzereydi. Hava kararmaya başlıyordu ve yıldızlar birer birer görünmeye başladılar. Kafamı kaldırdım ve görebildiğim en uzak ve en parlak yıldızı görmeye çalıştım. Çok uzaklardan, parlak bir yıldızın bana göz kırptığını gördüm. Sonra onun hemen yanında iki yıldız daha belirdi ve onların etrafına, üç yıldız daha geldi.
Bana göz kırpıyorlardı. Onları yüreğimde hissettim ve kanatlarımı açtım rüzgâra karşı. Kelebek olmadan önce çıkmış olduğum kayalığa gitmeye karar verdim. Uçurumun tepesine yaklaşmıştım. Burada olmaktan korkuyordum. Çünkü kelebek olmadan önce bu tepeye çıktığımda şiddetli bir rüzgârla sürüklenmiştim kayalıkların dibine. Sonra bir kelebek olarak uçmaya başlamıştım.
Başıma benzer şeylerin geleceğini hissediyordum.
Burnuma çok güzel bir koku geliyordu. Bu kokuyu bir yerlerden hatırlıyordum, "Yosun Menekşesi" olmalıydı. Kokunun nereden geldiğini bulmaya çalıştım. Fakat bir türlü çiçeğe ulaşamıyordum.
Biraz düşününce, onu yüreğimle aramam gerektiğini hatırladım. Sadece yosun menekşesini düşündüm ve gözlerimi kapatıp çiçeği hissettiğim yere doğru uçtum... Çiçeği bulmuştum. Kayalıklardan birinin dibine gizlenmişti. Çiçeğin üzerine kondum. Muhteşem bir kokusu vardı. Ama zehirli olduğunu da biliyordum... Sonra çiçeğin yaprakları yavaş yavaş kapanmaya başladı. Korkuyordum, kaçmayı düşündüm ama kanatlarımı çırpamıyordum. Yapacak fazla bir şey yoktu. Sadece olup biteni izleyecektim... Yapraklar beni sarıp sarmalamaya başladı ve tüm yapraklar tamamen kapandı. Gözlerim hiçbir şey görmüyordu. Karanlığın ortasında kalmıştım.
Gözlerimi sıkıca kapadım ve beklemeye başladım... Derin bir boşlukta hızla ilerliyordum. Gözlerimi açmaya çalıştım ama yapamıyordum... Çok şiddetli bir rüzgârla beraber sürükleniyordum. Rüzgârın sesi kulaklarımı parçalıyordu. Gözlerimi açamıyordum. Sanki bir kum fırtınasının ortasında kalmıştım... Hızla ilerliyor ve hiç aralıksız durmadan sürükleniyordum boşlukta.
Sonra birden yavaşlamaya başladım. Rüzgârın uğultusu giderek azalıyordu. Gözlerimi hala açamıyordum, hatta hissetmiyordum bile. Beni sürükleyen şeyin hızı birden kesildi. Tam olarak duramamıştım henüz. Başım dönüyordu, bedenimin titrediğini hissettim. Artık tamamen durmuştum. Gözlerimi açmaya çalıştım ama hala yapamıyordum. Sonra birden ellerimi hissettim. Parmaklarımı oynatabiliyordum. Ardından ayaklarımı hissettim yeniden. Gözlerimi açmaya çalıştım.
Göz kapaklarımın arasından çok yoğun bir ışık demeti girdi gözümün içine. Sanki yıllardır ışığı görmemiş bir insanın, gözlerini açması gibiydi bu...
Gözlerimi açtım yavaşça... Bütün bedenim alev alev yanıyordu.
Elimde bir mektup vardı ve sandalyenin üzerinde oturuyordum...
![](https://img.wattpad.com/cover/34758427-288-k552164.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanatsız Uçan Kuşlar (Raflarda)
General FictionElinize Ansızın Bir Mektup Geçebilir. ...ve O Mektubu Okuduğunuzda Bütün Hayatınız Sonsuza Dek Değişebilir... Bu Kitabı, Dünyanın Herhangi Bir Yerinde, Çaresizliğin ve Umutsuzluğun Ortasında, Umudunu Kaybetmeden Ayakta Durmayı Başar...