Akıntının ortasındaydım ve sürükleniyordum. Irmak yeterince derindi. Bu kadar sert bir akıntının ortasında hayatta kalmak imkânsızdı. Sürekli olarak çamur ve su yutuyordum. Nereye kadar sürükleneceğimi bilmiyordum.
Akıntı beni alıp sürüklemeye devam ederken, kurtulmak ve hayatta kalmak için ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Tutunacak bir dal bulmam gerekiyordu. Kendimi ırmağın kenarına doğru yönlendirdim. Etraftaki ağaçların köklerine sarılabilsem kurtulurdum.
Akıntıda hızla ilerlerken, birkaç metre ötede, bir dal olduğunu fark ettim. Büyük bir çığlık atarak ve bütün gücümü toplayarak, dala tutunmaya çalıştım. Gövdemi bir taş gibi öne fırlattım ve sımsıkı sarıldım ağacın köküne.
Karşı kıyıya geçmiştim, sonunda başarmıştım. Bunu nasıl yaptığımı hala anlamamıştım ama olmuştu. Bir engeli aşmam gerektiğinde, engeli düşünmemeyi öğrenmiştim. Eğer engeli düşünmeye devam etseydim, yok olacaktım...
Uzun süren uykumdan uyandım sonra. Bedenimde tatlı bir uyuşukluk vardı. Gözlerimi açtım, yılan tam karşımda duruyordu. Bir süre neler yaşadığımı hatırlayamadım. Sonra, uyumadan önce onun bana saldırdığını anımsadım. Koluma baktığımda, diş izlerinden eser kalmamıştı... Bedenimde tuhaf bir yorgunluk vardı. Ağrılarımı düşündüm sonra. Bacağımda ağrı yoktu. Yılanın ısırdığı yerde iz kalmamıştı. Bedenimde acıya dair hiçbir iz yoktu. Kendimi toplayıp ayağa kalkmaya çalıştım. Rahatlıkla kalkmıştım ayağa. Olabildiğince sağlam bir şekilde ayakta duruyordum. Son derece güçlüydüm ve vücudumun hiçbir yerinde, en ufak bir acı hissetmiyordum. Buna çok şaşırmıştım, çünkü uykuya dalmadan önce, her yanım paramparçaydı. Kolumdaki ve bacağımdaki sıyrıklardan tek bir iz bile kalmamıştı. Bacağımdaki kırığın, bu kadar kısa sürede nasıl iyileştiğini anlayamıyordum.
Yarım saatten fazla uyumuş olamazdım. Yarım saatte bütün bunların olması imkânsızdı. Bacağımdaki kırık, en az birkaç haftada iyileşirdi. Yaralarımın kapanması günler, haftalar sürerdi.
Sonra rüyamı düşündüm. Rüyada, yılanın zehri kuru yaprağa dokunuyordu ve yaprak canlanıyordu. Bana zehrini vermesinin sebebi buydu. Yılanın zehri beni iyileştirmişti. Ona bir kez daha hayatımı borçluydum. Artık istediğim her şeyi yapabilirdim. Gücüme yeniden kavuşmuştum. Yılan dostuma bir kez daha minnetle teşekkür ettim. Sonra yılan ırmağın yakınına doğru ilerledi. Suyun üzerinden akarak karşı kıyıya vardı. Kıyıya ulaştığında dönüp bana baktı.
Bu rüyada gördüğümün aynısıydı. Benim karşıya geçmemi bekliyordu, hem de yürüyerek. Rüyamı hatırladım sonra. O ses kulaklarımda yankılandı. Karşıya geçmemi ve ilk adımı atmamı emreden o sesi duydum.
"Suyu düşündüğünde boğulursun...
Ayaklarının altındaki toprağı hisset..."
Rüyamda, suyu düşündüğüm anda, suya düşmüştüm. Toprağın üzerinde yürür gibi geçmeliydim karşıya. Bu, hayatımda vereceğim en zor sınav olacaktı. Çünkü suya karşı koyamazdım. Suyun üzerinde yürüyemezdim.
İçgüdüsel olarak bunu yapabileceğime inanmaya başladım. Düşümde bunu gerçekleştirmiştim. Şimdi bir kez daha yapabilirdim. Sadece ayaklarımın altındaki toprağı düşünecektim. Suya ve düşeceğime dair hiçbir şey düşünmeyecektim. Bunu yapabilirdim.
Yaklaştım ırmağın kenarına. Ayağımın altındaki toprağı hissettim. Bedenim hafiflemeye başladı. Sanki bulutların üzerindeydim. Nefesimi tuttum, olabildiğince rahat hissetmeye başladım kendimi ve ilk adımımı attım. Bir bebeğin ilk adımını atması gibiydi bu. Başka bir gezegene ilk adımı atmak gibiydi. Suyun üzerinde yürüyordum. İlerlemeye devam ettim korkusuzca. Suyun üzerindeydim ve bir imkânsızı gerçekleştiriyordum. Saniyeler bana aylar, yıllar gibi gelmeye başlıyordu. Bundan müthiş keyif alıyordum.
Sonunda karşıya geçtim. Dönüp arkama baktığımda, hayatımın en zor deneyimini gerçekleştirdiğimi görüyordum. Başarmıştım...
Yılan görevini tamamlamıştı ve uzun süre beni izledikten sonra, sessizce ayrıldı yanımdan. Giderken gözü hep bendeydi. Geride o kadar çok şey bırakmıştı ki...
...ve ben artık yoluma devam edebilirdim. Miralay'ı bulmalıydım. Uzun zamandır beni bekliyordu. Belki de benden ümidini kesmişti.
Saatlerce yürüdüm... Hiç bitmeyecek gibi gelen bir yolculuğa çıkmıştım. Sanki aynı yerlerden onlarca kez geçmiştim. Dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimi fark ettim. Bir döngünün ortasındaydım. Miralay'ın bulunduğu mağara, postacının bana tarif ettiği o yüksek kayalığın zirvesindeydi. Kayalığı bir türlü bulamıyordum. Sanki büyük bir çemberin etrafında, dolaşıp duruyordum.
Sonra oturdum. Kalbimin fısıltılarını dinlemeye başladım. Kalbim nereye gitmemi istiyorsa, oraya gidecektim. Aklımın değil, yüreğimin sesini dinlemeliydim.
Gideceğim yere dair hiçbir işaret almadım yüreğimden. Ayağa kalktım ve farkında olmadan, nereye gittiğimi bilmeden çıktım yeniden yola. Bu kez farklı bir yöne gidiyordum. Daha önce hiç gitmediğim bir yoldan yürüyordum. Hep aynı yolu tercih edersem, hep aynı yere gideceğimi öğrenmiştim. Artık farklı yöne gitme zamanı gelmişti. Yüreğimin sesini dinliyordum ve sadece yürüyordum.
Günler süren bir yolculuktan sonra, onu buldum. Kayalığa tırmanmaya başladım hızla. Tırmandıkça nefes almakta zorlanıyordum. Yukarı çıktıkça hava daha da soğumaya başlıyordu. Üzerimde kalın şeyler yoktu ve üşümeye başladım. Eğer soğuğu düşünürsem, üşüyeceğimi biliyordum. Soğuğa dair her şeyi sildim zihnimden. Güneşe baktım sürekli olarak. Gözümü güneşe diktim ve öylece yürüdüm. Güneşin sıcaklığını içimde büyütebilirdim, bunu yapabileceğimi biliyordum.
Tırmandıkça ve soğuğun şiddeti artmaya başladıkça, içimdeki güneşin sıcaklığını büyütüyordum. Artık soğuğu hissetmiyordum ve yoluma devam edebilirdim.
Tırmandıkça yorgunluğum artıyordu. Yorgunluğun da, zihnimde başladığını öğrenmiştim. Yorgun değil gibi yürümeye başladım. Yorgunluğumu bana hatırlatacak hiçbir şey düşünmedim. Attığım her adımı, sanki ilk adımım gibi attım.
Önüme dikenler çıktı. Dikenler kollarıma ve bacaklarıma yapışıyordu. Kararlıydım yukarıya çıkmaya. O yüzden dikenlere aldırmadım. Onları ezip geçtim. Bir yerime diken saplandığında çıkarıp attım onu. Dikeni attığım zaman, acısını da atmış oluyordum. Önüme çıkan taşları, uçurumları ve bütün zorlukları aştım. Aşmalıydım, çünkü yukarı çıkmak istiyordum. Çukura düştüm ve yeniden kalktım. Yaralandım ve kendimi hemen topladım. Susuz kaldım ve su buldum.
Yorulduğumda dinlenmedim. Çünkü dinlendiğimde yorgun olduğumu kabullenmiş olacaktım. Tırmanırken dinlendim ve dinlenirken tırmandım. Gözümü yukarı çevirmiştim. Engeller aşağıdakiler içindi ve ben engellere takılamazdım. Böyle bir lüksüm olamazdı.
Günler günleri kovaladı. Tırmandıkça, sanki tırmanmaya yeniden başladığımı fark ediyordum. Attığım her adımı ilk adımım kadar güçlü atıyordum. Soğuğa ve fırtınaya karşı koydum.
Sonunda mağarayı buldum. Ancak beni çok daha büyük bir sorun bekliyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanatsız Uçan Kuşlar (Raflarda)
Fiksi UmumElinize Ansızın Bir Mektup Geçebilir. ...ve O Mektubu Okuduğunuzda Bütün Hayatınız Sonsuza Dek Değişebilir... Bu Kitabı, Dünyanın Herhangi Bir Yerinde, Çaresizliğin ve Umutsuzluğun Ortasında, Umudunu Kaybetmeden Ayakta Durmayı Başar...