On İkinci Bölüm

116 26 1
                                    

Gözlerimi açtığım zaman, inanılmaz ama bir kelebek olmuş ve uçuyordum... Nasıl olduğunu bilmeden kendimi bu halde bulmuştum. Kanatlarında kırmızı siyah benekler olan bir kelebektim ve özgürce uçuyordum.

Kanatlarımı açıp kapadıkça, rüzgâra dokunduğumu hissediyor, akıl almaz bir şekilde uçuyordum.

Sanki az önce uçurumdan düşen ben değildim. Belki de şu anda ölmüş olmalıydım. Ölüm bu muydu yoksa? Yeniden ve farklı bir biçimde uyanmak mıydı?

Bir kelebektim ve ölümü düşünüyordum. Yaşayabileceğim yalnızca bir günüm vardı. Gözlerim bir anda yaşlarla doldu. Bir kelebek ağlayamazdı. Ben bir kelebektim ve ağlıyordum. Öldüğüm için, bir kelebek olduğum için ağlıyordum...

Ölümün nasıl olduğunu merak ederdim her zaman. Ama şimdi ölmek istemiyordum. Bütün acılarıma rağmen, yaşamayı ne kadar da çok sevdiğimi fark ettim birden. Başıma ne gelirse gelsin, bundan daha kötü olamazdı. Yaşamak gerçekten de güzeldi ve ben şu anda yaşamıyordum.

Ölümü hak etmediğimi düşündüm. En azından bu kadar erken olmamalıydı. Yapacağım çok fazla şey vardı ve ben bunların hiçbirini yapamayacaktım. Sonra aklıma, ölmeden önceki son günlerim geldi birden. Evde çaresizce oturan, gece yarılarına kadar uyuyup geceleri bomboş gözlerle yıldızları seyreden kişi ben olamazdım.

Kelebek olarak yaşayabileceğim son bir günüm vardı ve en azından buna sevinebilirdim. Bir şans daha verilmesi için her şeyimi feda edebilirdim.

Yemyeşil bir ormanın ortasındaydım ve yapayalnız bir kelebektim. Artık balkonuma çıkıp gökyüzünü seyredemeyecektim. Karanlık gecelerde yıldızları izleyip, şiirler biriktiremeyecektim.

Henüz yapamadığım o kadar çok şey vardı ki... "Ama bu aptallık" diye düşündüm. Ölmüştüm ve hayattayken yapamadığım şeylerden dolayı pişmanlık duyuyordum. Oysaki hayattayken, hiçbir şey yapmıyordum ben! Zaten bir ölü gibi yaşıyordum. Güneş doğana kadar yıldızları seyretmek ve sonra hava kararıncaya kadar uyumak yaşamak mıydı? Nefes alıyor olmam dışında, yaşadığıma dair hiçbir belirti yoktu. İçimdeki coşkuyu yıllar önce kaybetmiştim. Beni hayata bağlayan tek bir şey bile yoktu.

Neler yapmak istiyordum? Bilmiyordum, ama ölmek için çok erken olduğunu biliyordum. Eğer yaşamak ölümden farksızsa, şu anda benim için fazla bir şeyin değişmediğini fark etmiştim.

Fakat her şeye rağmen, yaşamak güzeldi. Eğer şu anda, çaresizlik içinde karanlık odamda otururken bulsaydım kendimi, hemen ışıkları yakar ve hayatı yaşamak için kendimi dışarı atardım. Çimlerin üzerinde yuvarlanır ve dağlara tırmanırdım. Hayatı özümsemek için ne yapmam gerekiyorsa yapardım. Yüksek bir tepeye çıkar ve "Hayatı Seviyorum!" diye haykırırdım.

İçim pişmanlık hisleriyle dolmuştu yeniden. Ölüm, yaşamdan sonraki hayata ulaşmaktı. Ama ben hayatı doyasıya yaşamamıştım henüz. Ölümün ne kadar erken gelebileceğini öğrenmiştim.

Neden bunları daha önce fark edemediğimi düşündüm sonra. Sahip olduklarımızın değerini, kaybettiğimizde anladığımızı biliyordum. Ama hayatın değerini, onu kaybetmeden anlayamamıştım. Sonra ailemi düşündüm. Hayattayken, sürekli tartışırdım onlarla. Ama kaybettiğim zaman, benim için ne kadar değerli olduklarını anlamıştım. Şimdi hayatı kaybetmiştim ve onun değerini de çok iyi anlayabiliyordum.

Pişmandım. Hayatı yakalayamadığım için çok büyük bir üzüntü ve pişmanlık duyuyordum. Bir kelebek olarak ne yapabilirdim ki? En fazla birkaç çiçeğe dokunur, biraz uçar ve sonra yok olup giderdim.

Kanatsız Uçan Kuşlar (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin