"Ben senin kardeşinim" dedi...
Ağlamak istiyor ama yapamıyordum. Söylediklerine inanmadım. Hiçbir şey söylemedi ve beni inandırmaya da çalışmadı. Onu çok özlediğimi, çok sevdiğimi söyledim.
"Bütün bunların anlamı ne?" diye sordum.
"Bütün bunlar hayatın kendisi..." dedi bana.
Annemle babamın da bir kelebeği olup olmadığını sordum. Tam karşımızda duran çiçekleri gösterdi. Onların yanına gitmek istedim. Kardeşimle beraber çiçeklerin olduğu yere doğru uçtuk.
"Merhaba" dedim. Beni tanıyıp tanımadıklarını merak ediyordum. "Merhaba oğlum" dedi annem. Babam da bana selam verdi. Çok şaşıracaklarını sanıyordum ama son derece normal karşıladılar beni. Sanki yaşadıklarımız son derece doğal şeylermiş gibiydi tavırları. Ben hepsinden daha çok şaşkındım.
Beni beklediklerini söylediler.
"Bana söylemek istediğin bir şey var mı?" diye sordu annem.
"Seni çok seviyorum anne!" dedim sadece. "Hepinizi çok seviyorum. Beni neden yapayalnız bırakıp gittiniz?"
"Seni bırakıp gittiğimizi nereden çıkardın?" dedi babam. "İşte yanındayız, hepimiz bir aradayız. Seni terk ettiğimizi mi sanıyorsun?"
Çok acı çektiğimi söyledim onlara. Çok yalnız kaldığımı söyledim. Hiç kimse tek kelime söylemedi.
Sonra babam yanıma yaklaştı ve "Birazdan geri döneriz oğlum..." dedi, "Biz gelene kadar sakın bizi merak etme ve aramayı düşünme."
"Tamam, sizi bekleyeceğim" dedim ve uçup gittiler. Yapayalnız kalmıştım. Esasında bu yalnızlık sayılmazdı. Gerçek annem ve babam tam karşımdaydı. Ama kelebekler uçup gitmişlerdi. Nereye gittiklerini bilmiyordum. Beklememi söylemişlerdi ve ben de bekliyordum.
Annemin yanına gittim sonra. Onun saçlarına konmuştum. Babam beni fark etti sonra. Çok korkmuştum, beni öldüreceğinden korkuyordum. Beni kanatlarımdan hafifçe tuttu ve anneme gösterdi. "Hayatım, şu güzelliğe bakar mısın?"
Kanatlarım acıyordu. Çok hafifçe tuttuğunun farkındaydım ama o haliyle bile çok acıtıyordu kanatlarımı. Ben hiç kıpırdamıyordum. Sadece izliyordum onları. Annem ve babamla göz göze gelmiştim, ama onlar benim kim olduğumu bilmiyorlardı.
Bir kelebeğin kendi oğulları olabileceğini tahmin etmeleri mümkün olamazdı zaten. Hele bir de çocukları yan tarafta kumdan kaleler yapıyorken, bu kelebeğin kim olduğunu tahmin etmeleri mümkün değildi. Ben bir kelebektim sadece.
Sonra bıraktı babam kanatlarımı. Kaçıp kurtulacağımı sanıyordu. Ama ben babamın omzuna konmuştum. Beni çok sevmişlerdi. Hatta babam, küçük oğlunu çağırıp kelebeği izlemesini söyledi! Çocuk kelebeğe bakıyordu, kelebek de çocuğa... Tıpkı bir aynanın karşısına geçip kendini izlemek gibiydi bu. Ancak görüntüler farklıydı. Aynaya bakan kelebek karşısında sevimli bir çocuk görüyordu. Çocuksa, aynaya baktığının bile farkında değildi henüz.
Kendi hayatımı böylesine farklı bir açıdan izlememiştim daha önce. Beni duymuyorlardı. Sadece bir kelebek olduğumu sanıyorlardı, o kadar. Ama ben onlara bakarken, yüreğimden seller akıyordu. Bir kelebek olarak özgürdüm belki, ama annemi görüp ona sarılamıyordum.
"Anne seni çok seviyorum!" diye bağırdım avazım çıktığı kadar. Ama nafile, kimse beni duymuyordu.
Çok ilginç bir şey oldu ve annem, "Ben de seni çok seviyorum bebeğim" diye sarıldı oğluna...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanatsız Uçan Kuşlar (Raflarda)
General FictionElinize Ansızın Bir Mektup Geçebilir. ...ve O Mektubu Okuduğunuzda Bütün Hayatınız Sonsuza Dek Değişebilir... Bu Kitabı, Dünyanın Herhangi Bir Yerinde, Çaresizliğin ve Umutsuzluğun Ortasında, Umudunu Kaybetmeden Ayakta Durmayı Başar...