Üçüncü Bölüm

238 35 1
                                    

              Henüz bir saat önce oturduğum kulübenin olduğu yerde, bir sürü ağaç ve taş parçaları vardı.

            Adresi kontrol ettim, doğru yerdeydim. Sanki bir saat önce uykuya dalmış ve yirmi yıl sonra aynı yerde uyanmıştım. Bir saat önce gördüğüm manzaradan eser yoktu. Dakikalarca bakındım etrafa. İhtiyarı sorduğum dükkânları birer birer gezdim.

            O insanların hiçbiri de yoktu ortalıkta. Konuştuğum insanları tarif ettim, hiçbiri de o tarife uyan birilerini tanımadıklarını söylediler. Ne yapacağımı ve ne söyleyeceğimi bilmiyordum.

            Bütün işyerlerine sordum ihtiyar ayakkabı tamircisini. "Bir saat önce burada bir ihtiyar vardı" dedim. Gülüştüler ve "15 yıldır o köşede bir ihtiyar olmadı" dediler...

            Koluna girdiğim, sohbet ettiğim adamın 15 sene öldüğünü söylüyorlardı.  

            "Ama bir saat önce gördüm onu" dedim. Yüzüme delirmişim gibi baktılar ve kapıyı suratıma kapattılar. Bir başka işyerine girdim ve "Yıllar önce bu köşede ayakkabı tamirciliği yapan birisi var mıydı?" diye sordum.

            "Yusuf amcayı mı soruyorsun?" dedi işyeri sahibi. "Evet" dedim. "Yusuf amcayı tam 15 sene önce kaybettik" dedi.

            "Mezarının nerede olduğunu tarif edebilir misiniz?" dedim. Soyadını öğrendim ve onu bulmak için yollara düştüm yeniden.

            Bugün geldiğim ikinci mezarlıktı bu. Annemi, babamı ve kardeşimi kaybettiğim günden beri, hiçbir mezarlığa gitmemiştim. Bir ziyaret için değil, bir kâbusu çözmek için gelmiştim bu defa mezarlığa. Bedenim titriyordu ve ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Daha bir saat önce gördüğüm birisinin mezarını ziyarete gelmiştim. Bütün bunlar çok saçma geliyordu bana. Ben nasıl bir oyunun içine düşmüştüm böyle?

            Mezarlığın bilgisayar kayıtlarından "Yusuf Turgut" ismini aradım ve mezarın yerini buldum.

            Evet, bu mezar Yusuf Turgut'a aitti ve mezardaki tarihe göre, bir saat önce vedalaştığım ihtiyar, tam 15 sene önce ölmüştü.

            Ağlamaya başladım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.  

            Daha bir saat önce beraberdik. Ne demek oluyordu bütün bunlar? Mektubu hani bugün postaya vermiştin? 15 senedir yatıyorsun burada. Bir saat önce gördüm seni. Allah'ım aklımı kaybediyorum galiba.

            Sen kimsin Yusuf amca, Miralay İbrahim kim? Ben kimim?

            Koşarak terk ettim mezarlığı. Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım. Bütün bunları unutup, delirmeden eski hayatıma tekrar dönmeye karar verdim.

            Her şeyi unutacaktım. En azından unutmaya çalışacaktım.

            Eve geldim ve kendimi bir anda açılmış zarfın içindeki mektupları elimde tutarken buldum.

            Yaşadığım kâbusu unutmak istiyordum.

            Bugün hayatımın en kötü geçen günüydü. Çünkü bugün karşılaştığım her şey, kocaman bir soru işaretiydi.

            Hayatımın en kötü gününün, ailemi ve beraberinde her şeyimi kaybettiğim gün olduğunu sanıyordum. Ama bugünü, hayatımın en berbat günü olarak kaydettim hafızama.

            Ne de olsa mektubu açmıştım ve okumaya karar verdim. Kaybedecek bir şeyim yoktu nasılsa.

            Ama o ilk birkaç satırı okuduğumda, sanki bu mektubu çok yakın bir dostumdan almışım gibi bir duyguya kapıldım... 


Kanatsız Uçan Kuşlar (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin