''En derin yaralarla başlar,en derin gülücükler.... En yüksek uçurumlardan düşerken öğrenirsin uçmayı. En derin denizlerde boğula boğula becerirsin tek bir seferde yaşamayı'' demiş Nietzsche. Hayatın getirdiği bilinmez karmaşık günlere göğüs gererek gelmiştim bende bu günlere. Kimliğimi sorgularken, beni ben yapan nedenlerin arasında gençliğin getirdiği deli fırtınalarda kaybolmuştum zaman zaman. Denizim dalgalı ve hırçındı etrafa karşı. Yarını düşünmeden yaşadığım günlerin belki de o zamanki cezasını kesmişti hayat şimdi. Düzlüğe çıktığımı sandığım anda tepetaklak olan hayatımın başka bir açıklaması olmazdı çünkü...
Kazadan Bir Gün Önce
Gömleğin kollarını yukarıya sıyırıp elimdeki plana daha çok dikkat kesildim. Çizgiler elimin altında şekillenirken çalan telefon tüm dikkatimi dağıtmaya yetmişti. Elimdeki kalemi sertçe kâğıdın üzerine bırakırken, uzanıp telefonu açtım.
''Beni rahatsız etmeyin demedim mi?''
Sesim kızgınlık ve gerginlik doluydu. Günlerdir bir oda içinde hapis hayatı yaratmıştım kendime. Ne dışarı çıkıyor ne de eve uğruyordum. Tüm bu yoğunlukla çok sevdiğim nişanlımın bile yüzünü son günlerde göremez olmuştum. Aslında üzerimdeki gerginlik tümüyle bundan ibaretti.
Cansu ile nişanlanalı neredeyse bir yılı geçmek üzereydi. Nihayet onunla nikâh masasına oturacağımız sayılı günler kala hepten işlere odaklanmıştım. Düğün sonrasında uzunca bir zaman tatilde olacağımız için yetiştirmem gereken projeler vardı. İşte son zamanlardaki telaşım da benim bu yüzdendi.
''Aşkım ben geldim fakat Semra Hanım seni aramadan içeri girmeme izin vermedi'' dedi telefonun ucundaki ses. Gerginlik bedenimden su misali akıp giderken yüzüm yumuşadı ve ''Seni bekliyorum'' diyerek yanıtladım onu. Çok geçmeden kapanan telefonun ardından neşeli sesi odada yankılanmıştı.
Kollarımı iki yana açarken hiç beklemeden kocaman gülümsemesi ile koşup sarıldı. Teninden yayılan taze çiçek kokusu kış günü baharı getirmişti sanki odaya. Beline dökülen altın rengi saçları elimin altında kayıp gidiyordu. Özlemle boynuna doğru sokuldum ve günlerdir ihtiyacım olan havayı ciğerlerime çektim.
''Çok özlemişim'' diyerek fısıldadım tenine bıraktığım küçük öpücüklerin ardından. Hoşuna giden küçük kıkırtısı ile bir adım geri çekilirken, eli yüzümün kenarını buldu. Kaşları hafifçe çatılırken parmak uçlarını gezdirdiği yüzümde, uzayan sakallarımı işaret ederek ''Uzamışlar'' dedi. Cansu benim sakallı halimden pek hoşlanmazdı. Ona göre dokunduğu yerin pürüzsüz olmasını söyler ve öyle hissetmek isterdi.
Son derece dakik ve planlı bir hayatı vardı. Çoğu zaman yüzünden silinmeyen gülümsemesi ile etrafına ışık saçarken, sürprizlerden pek hoşlanmazdı. Gününü her zaman bir program üzerine oturtur ve o çizgiden asla dışarı çıkmazdı. Sıkıcı gibi gelebilirdi onun dünyası fakat öyle değildi benim aksime. Beni toparlayan ve huzur veren sadece oydu hayatımda. Onun aksine geceleri sabahlara kadar bar köşelerinden çıkmayan beni adam etmişti. Şimdi bu gün işinin başında, saygı duyulan biri olmam onun sayesindeydi.
Cansu bir otel projesinde ortağımız olan Sinan beyin kızıydı. Onunla yapılacak otelin temel atma töreninde hiç beklemediğim bir anda karşılaşmıştım. O gün ki hali yeniden gözlerim önüne gelirken peşinden az koşmadığım bir gerçekti. Ondan o gece etkilenmiş ve sürekli peşinde kendimi bulur hale gelmiştim. Başlarda çok yüz vermese de hiç pes etmeden devamlı karşısına çıkıyor ve ondan hoşlandığımı göstermeye çalışıyordum. Epey zorlu geçen bir süreç sonunda nihayet aşkıma karşılık vermiş ve bu günlere gelebilmiştik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEN ONA AŞIKSIN
General FictionYaşama sımsıkı tutunan kelebek ateşe uçtuğunun farkında değildi kanatlarının kül olacağından. Hem yanacak hem yakacaktı herkesi. Umut tohumu önce kalbe düşecek sonra dalından kopacaktı. Savrulacaktı sığındığı limandan. Fakat düşecekti aşka... 22.0...