ama ne bölüm... ama ne kadar uzun... yorumlarınızı bekliyorum!
Güçlü bir sarsıntının ardından, kat hizasına gelen asansörün iki kanatlı kapısı ağır ağır açıldı ve Çeşmiahu ona uzatılan elin sahibine bakmadan can havliyle tutunup, kendini dışarı attı. Eş zamanlı bir şekilde içeri giren sağlık görevlileri de Ersin Bey'e müdahale etmeye başladı.
"Tamam, tamam... Yakaladım sizi..."
Çeşmiahu, göğsüne çarptığı adamın Arhan olduğunu anladığında çok geçti. Fakat geri çekilmek için... Evet, bunu yapmak için hala vakti vardı. Keşke onu tutan kolların ve klostrofobisi varmış gibi sakinleştirmeye çalışan sesin sahibinden uzaklaşmak bu kadar kolay olsaydı. Uzun zamandır hiçbir konuda teselli edilmemişti, en son ne zaman ona 'iyi misin?' diye sorulduğunu bile hatırlamıyordu. Tamam, artık yorulmuştu. Gamsız gözükmenin canı cehenneme. Olmadığı birisi gibi davranmayacaktı artık. Her şeye kırılıyordu Çeşmiahu. Her şeyi kafaya takıyordu. Her şey onu yoruyordu ama o, bunları umursamıyormuş veya üstünden kolayca gelebiliyormuş gibi davranarak yıllarca kendini tüketmişti.
"Ahu Hanım... İyisiniz, değil mi?"
Alnını dayadığı ceket, çehresini saklıyordu. Bu yüzden, gözlerinden birkaç damla yaş akarken hiç çekincesi yoktu. Üstelik... Arhan, uzun zamandır aradığı ağlama duvarı gibiydi. Gerçekten bir duvar gibi güçlü ama her duvar gibi, darbelere dayaklı değil. Onu neyin yıkacağını düşündü istemsizce. Aklına J.R. Ewing kılıklı amcası gelmişti. Ona karşı yıkılmış mıydı, yoksa karşısında güçlü mü duruyordu emin değildi Çeşmiahu. "İyiyim," dedi, boğuk bir sesle. Derin bir nefes almıştı, toparlanmak ister gibi. Bu esnada Arhan'ın kokusu doldu ciğerlerine. Kokuları iyi tanımladığını söyleyemezdi ama pahalı ve baharatlı bir esans olduğuna emindi. Geri çekilirken "Sadece korktum..." diye devam etti. "Yanımdaki birisi ilk defa fenalaştı ve ben ne yapacağımı bilmiyordum."
Arhan, Çeşmiahu geri çekildiğinde gayriihtiyari ceketine doğru indirdi bakışlarını. Tahmin ettiği gibi iki üç tane küçük damla vardı göğsünün üstünde. Ne hissettiğini düşünemeden, nasıl konuşacağına odaklandı. "Kendinize yüklenmeyin, lütfen. Böyle bir durumda soğukkanlılığı korumak ve gerekli adımları izlemek çok zordur."
Çeşmiahu çaresizce başını sallarken, Ersin Bey'in bilincinin açıldığını görmüştü. Heyecanla ona doğru yaklaştı. "Ersin Bey! Buradayım! Bakın, ölmediniz."
"Öyle gözüküyor... Hala konuşuyorsunuz çünkü..." Güçsüz, kısa bir nefes çekti içine. "Çocukları geri alıyorum, Arhan Bey..."
Arhan'ın bakışlarını hisseden Çeşmiahu gülerek, ona döndü. "Çocuklarını size emanet etmişti de... Ondan böyle diyor."
Acil tıp teknisyeni, ilk müdahaleyi yaptıktan sonra ekipteki arkadaşlarına seslenip, sedyeyi getirmelerini istedi. "Tansiyonu çok yüksek. Acil serviste müdahale yapılması gerekiyor."
"Hangi hastaneye götüreceksiniz?" diye sordu Arhan, ilgiyle.
"İşimin başına dönmem lazım. Gerek yok hastaneye falan!" dedi, Ersin Bey soluk soluğa. "Yok mu ayran? İçeyim bir şeyim kalmaz."
"Ambulansta sarımsak vardı, o da iyi gelir. Getirir misiniz arkadaşlar?" diyen genç teknisyen, o kadar ciddiydi ki hiç kimse dalga geçtiğini anlamamıştı. Çeşmiahu, sarımsağın kokusunu almış gibi yüzünü ekşitirken, sedye geldi. "Dikkatli olalım. Yavaşça." Arhan'a dönmüştü sonra. "Üniversite hastanesine gidiyoruz."
"Tamamdır." Arhan ne yapacağını bilemiyormuş gibi önce Çeşmiahu'ya, ardından da birkaç adım arkasında duran Çınar'a bakmıştı. Böylece, genç kızın dikkati hayatında ilk defa gördüğü adama odaklandı. Çınar Bey, klasik bir beyaz yakalıydı ilk bakışta. Tek bir farkla: erkek güzeli denilebilecek bir yüzü vardı. Biçimli kaşlar, yeşil gözlerinin çevrelediği uzun kirpikler, kemikli hatları ve sinekkaydı tıraşıyla inanılmaz bir tezatlık oluşturmuştu. "Ben açıkçası Ersin Bey'i yalnız bırakmak istemiyorum. İçim rahat etmez. En azından ailesi gelene kadar yanında birileri olmalı."