Çeşmiahu, çalmaya başlayan telefonunu kapatmak için komodinin üzerine doğru uzandı. Ekranı kaydırdıktan sonra tekrar yattı ve boşluğu izlemeye devam etti. Her sabah erken uyandığı yetmiyormuş gibi bir de alarm kurup, ondan da erken kalkıyordu. Bunu yapmasının sebebi, herhangi bir zorunluluğu olmadığının sevincini yaşamak gibi küçük bir psikopatlıktı ama artık iş hayatına atılması gerektiği için obsesifliğe yatay geçiş yapıyordu.
Oflayarak yataktan kalktı ve sürme kapıyı çekip, yüzüne çarpan temiz havayı ciğerlerine doldurdu. O kadar iyi gelmişti ki, dayanamadı; küçük balkona çıkıp, etrafa kısa bir bakış attıktan sonra ferforje sandalyeye oturdu. Kaşları yavaşça çatılmıştı. Az önce görüş alanına giren yere tekrar baktığında, açık garajda bir araba daha fark ettiğine emin oldu. Abisi sanırım şafak baskınına gelmişti.
Ve bu esnada biri kapıyı çaldı.
"Kesin beni gözaltına alacak."
Dönmeye kalmadan, Cihangir içeri girmişti. "Tabi ki uyanıksın. Aksi mümkün mü?" dedi, arkasından kapıyı kapatırken.
"Ooo, başkomiserim hoş geldiniz. Hangi rüzgar attı sizi buraya? İllegal karınızın suçları bitti, benimkiler mi başladı?"
Cihangir balkonun eşiğinde durdu ve dirseklerini pervaza dayadıktan sonra kardeşine ters ters baktı. "Nerede o günler... Seninki ufak bir sorgu sadece. Suçlu psikolojisine girmene gerek yok yani."
"Tam da bileklerimi uzatmak üzereyken bunu söylemen iyi oldu." Genç kız gülerek yanındaki boş sandalyeyi gösterdi. "Ayakta kalma, otur. Kafamı ütüleyecek gibi bir halin var."
"Aynen öyle," derken, sandalyeyi tutup, sırtı Çeşmiahu'nun olduğu tarafa bakacak şekilde konumlandırdı Cihangir. "Seni dinliyorum. Annem ve babamla ne oldu?"
"Ne demek ne oldu?"
"Ne demek ne oldu da ne?"
"Ne demek ne oldu demek?" Genç kızın kaşları aralarındaki saçma diyalog yüzünden çatılırken, "Tamam ya. Seninle uğraşılmaz. Boşuna polis olmamışsın," diyerek pes etti. Aslında anlatmaya ihtiyacı vardı, içini dökmek istiyordu. Bahanesi olmuştu. "Düğün gecesi, aile fotoğrafı çekilmeden önce babam konuşmak istediğini söyledi. Annemle beraber bana verdikleri maddi desteği kesme kararı almışlar. Artık çalışmam gerekiyormuş."
"Katılıyorum."
Çeşmiahu ofladı. "Abi yapma ya! Neden çalışayım ki? Türkiye'nin en tanınmış ailelerinden biriyiz. Her sektörde elimiz var-..."
"Elimiz," diye düzeltti Cihangir. "Elin değil, Çeşmiahu. Aradaki fark bu, anlıyor musun? Bir taş düşün. Babam, amcam, annem, yengem, Sinan, Ömer, Pelin... Herkes elini altına koymuş, ağırlığını kaldırmaya çalışıyor. Sen? Sen neden sorumluluktan kaçıyorsun?" Genç kızın duruşu hiddetle dikleşince, tahmin ettiği şeyi söylemesini engellemek için işaret parmağını kaldırdı. "Sakın parayı senden daha çok önemsediğimizle alakalı bir cümle kurma. Böyle bir şeyin söz konusu olmadığını, hiçbir zaman da olmayacağını biliyorsun."
"Biliyorum," diye itiraf etti mahcup bir sesle. Artık kaçmak istemiyordu. Boşluğu dolduracak şeyler bahaneleri değil, gerçekler olacaktı.
"Denemedin de. Bizim için değil, kendin için. Bir kere bile denemedin. Evet, insan korkuyor. Riskler var. Her şey belirsiz. Ama hayat böyle, Çeşmiahu. Cesaret etmeden bir şey yapamazsın. Bak, onu da geçiyorum," diye devam etti Cihangir hızla. "Kaç yıllık kardeşimsin, ben seni en son ne zaman doya doya gördüm hatırlamıyorum."
Genç kızın gözleri dolmuştu. "Abi..."
"Bizden çok uzaklaştın," dedi ona aldırmadan, acımasızca.