7

121 46 18
                                    

Y. A.

Rosé, Ryujin'in icabına baktıktan sonra uçağına binmiş ve Güney Kore'ye gelmişti. Ne de olsa ihanetin sonu ölümdür.

Memleketi olan bu ülke, ona çok kötü anılar çağrıştırsa da seviyordu burayı. İlk olarak annesinin yanına gidecekti. Yatalak ve huzurevinde kalan annesinin.

Yanında eşya taşımayı sevmediği için sadece küçük bir sırt çantasına önemli eşyalarını koydu. Bavul olmamış gerek duymamıştı. Çantasının saplarına asılıp heyecanla gülümsedi uçaktan inince.

Havalimanından çıkınca derin bir nefes çekti burnundan. "Ne çok özlemişim be," diye mırıldandı bilinçsizce. Şuan bir arabası olmadığı için çareyi takside bulmuştu. İlk gördüğü taksiyi durdurdu. "Merhabalar, vereceğim adrese gitmeliyim." dedi ve taksiye bindi Rosé. Burada herkes onu Park Chaeyoung olarak biliyordu.

Evet, bir katildi ama kimse yüzünü bilmiyordu. Sadece adını biliyorlardı. O da her ülkede farklı bir kimlikle geziyordu. Aslında hayat ona güzeldi. Gittiği her sabahları ülkede gezip tozuyor, geceleri ise Rosé kimliğine bürünüyordu.

"Geldik abla." taksicinin sesiyle kendine geldi Rosé. Cebinden para çıkartıp ne kadar olduğuna bakmadan taksiciye verdi. Para üstünü ise almadan indi taksiden.

Huzurevinin görevli kızlarından birini durdurdu ve, "Merhabalar, Bayan Park Alexa'nın oda numarası nedir acaba?" dedi. Kız 'bilmiyorum' dercesine omuz silkti. Hayır yani konuşmak çok mu zor, diye iç geçirmeden edemedi Rosé.

"Kim biliyor o zaman?" dedi Rosé biraz alayla. "Yaa of, ne bileyim ben?" dedi kız ve gitti. Rosé arkasından kaşlarını çatarak bakakaldı. "Ben mi bileceğim yaa." diye arkasından mırıldandı ve huzurevinin içine girdi. Hiç olmadı tek tek tüm odalara bakacak ve annesini bulacaktı.

Öyle yapmasına gerek kalmadan bir görevli gelmiş ve onu annesinin kaldığı odaya götürmüştü. "Burası." dedi görevli ve kapıyı açıp Rosé'nin içeri girmesine izin vermişti. "Şey, Bayan Park. " dedi görevli. "Çok uzun sürmesin olur mu?" dedi ve Rosé onu başıyla onaylayınca gülümseyerek odadan çıkmıştı görevli.

Rosé annesinin yüzüne baktı gülümseyerek. "Annem..." diye seslendi ve Bayan Park, Rosé'ye boş boş bakmaya başladı. Hafızasını yitirmişti çünkü. Kızını dahi hiç kimseyi hatırlamıyordu. Rosé bu haline alışmıştı. Gülümseyerek yanına ilerledi ve yatağın kenarına oturdu.

Annesinin buruşmuş ve damarları oldukça gözüken elini, kemikli güzel elleri arasına aldı ve öptü. "Seni çok özledim. İki ay oldu ama çok özledim." dedi Rosé dolu dolu olan gözleriyle. "Ama biliyor musun.. ablasının intikamını aldı bu kızın. Bence benimle gurur duymalısın." dedi gülümseyerek. Ve hiç kimseye göstermediği bu yüzünü annesine göstermekten çekinmeden.

"Sen kimsin?" dedi annesi çocuk edasıyla. "Ben senin en küçük kızınım anne. Adım Rosé." dedi bir umut, alt dudağını dişlerini arasında çekiştirirken Rosé. "Hayır! Benim bir kızım yok ki!" dedi Bayan Park yerinde kıpırdanırken.

Rosé bu umudun da boşa gitmesine karşın sakinlikle karşılamaya çalıştı. Derin bir nefes verdi ve dolu dolu olan gözlerini daha yaş akmasına izin vermeden sildi.

"Anne... Benim Chae'n. Hani prensesim diye severdin ya beni. Sen bizim umudumuz olacaksın bebeğim derdin ya bana." dedi Rosé, annesinin hüzünlü hüzünlü bakan güzel mavi gözlerine bakarken. Annesi bir Rus'tu. Rosé de güzelliğini annesinden alıyordu ya zaten.

"Babamın sana yaptıklarını unutmadım anne, sana, bana özellikle bize yaptıklarını unutmadım. En son ondan da intikamımı alacağım. Ve teslim olacağım. Tanrı'ya teslim olacağım."

Bloody Angel ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin