21

86 35 32
                                    

Y. A. (2,5 Hafta Sonra)

Rose sarı saçlarından sıkıldığı için mor ve mavi arası bir renge boyatmasının üzeriden bir hafta ya geçti ya geçmedi. Büyük katliamın ardından ise koskoca iki hafta geçti. Bu iki hafta boyunca Rose'nin onu yakalaması için peşine takılan ajan, polis ve benzeri mesleği yapanlardan kaçması da oldukça zorlaştırıldı. Çünkü artık sadece Kore değil, bütün dünya Rose'yi arıyordu. Büyük katliamdan sonra, Rose'yi destekleyenler bile artık onun yakalanmasını istiyordu. Fakat bilmedikleri bir şey vardı ki; Rose istemediği sürece kimse onu yakalayamazdı. Evet, Bangtan Boys Rose'yi yakaladıkları zamanda Rose, kendisini yakalamalarına izin vermişti. Aklınca kısa bir molaydı o iki gün.

Yine bir sabah, karlı bir havada yine bir otel odasında uyandı Rose. Kahvaltısını ettikten sonra odadaki küçük balkona çıktı. Bir elinde şarap dolu kadehi, diğerinde sigarasıyla birlikte hem bembeyaz olmuş Seoul'u izliyor, hemde düşünüyordu. İntikam listesi sonunda bitmişti, ah, tabii yine bir kuduruk piç canına susamazsa. Rose, elindeki kadehi balkonun korkuluklarına bıraktı ve sigara paketinin içerisinden çektiği yeni sigarasını, pembe hafif bir rujla süslenmiş dudaklarının arasına kıstırdı. Cebinden asla ayırmadığı çakmağıyla sigarayı yaktı. Bu ebedi sessizliği bölen şey, yatağın üzerinde bıraktığı eski telefonuydu. Sessizliğin içine bir anda edince çalan telefon sesi, hâliyle Rose'yi ürkütmüştü de.

Yerinden kıpırdanmak şuan Rose'ye çok zor geldiği için umursamadı telefonu. Önemli olsa bir kez daha arardı zaten, değil mi?

"Sıkıcı." Biten sigarayı söndürdükten sonra küllüğe bıraktı ve balkondan odasına geçti. Havanın ne kadar soğuk olduğunu içeri geçince anlamıştı. Yatağın üzerinde duran kan kırmızısı telefonu aldı ve son arananlar listesine girdi. Yirmi dakika önce arayan kişi, Hyuna'ydı. Geri aramayıp, kısa bir mesajla durumu özetlemesini istedi ve telefonun ekranını kapatıp yatağa geri fırlattı. Aklına gelen fikirle sinsice gülümsedi ve oturduğu yatağından kalkıp giysi dolabına yöneldi. Kahverengi kadife kabanını giydikten sonra mor ve mavi arası saçlarını tokanın esirinden kurtardı ve eliyle hızlıca düzelttikten sonra ayakkabılarını giydi. Telefonu kabanın cebine ittikten sonra otel odasını açan tek kartı da cebine koydu ve arabanın anahtarlarını da alıp odadan çıktı.

Resepsiyonda bekleyen genç çocuğa kısaca selam verip, arabasına doğru ilerledi. Elinde sıkıca tuttuğu anahtarlar sayesinde arabanın kilidini açtı ve şoför koltuğuna yerleşti. Dikiz aynasından gözlerindeki gri lense baktı. Lens takmayı seviyordu, çok abartmıyor ama arada kullanıyordu. Elinde tuttuğu anahtarı yerine taktı ve çevirip arabayı çalıştırdı.

Yirmi beş dakika sonra arabayı durdurdu ve beyaz hastane görünümlü huzurevine baktı. Arabayı park etme tenezzülünde bulunmadan öylece bıraktı ve indi. Kabanın cebindeki telefonun titremesiyle telefonu eline aldı ve bildirimi okudu.

Hyuna:
İstediğini yaptık, tek eksik sensin bebeğim. Jin-soo emrine amade. Ne yapmamızı istersin?

Siz:
Teşekkürler. Ben gelene kadar bir şey yapmayın. Onu orada yanlız bırakın, birkaç saate kalmaz gelirim.

Hyuna:
Tamamdırr.

Telefonu gülümseyerek kapatıp cebine tekrar koydu ve oda numarasını bildiğinden kimseyle göz kontağı kurmayıp asansöre doğru ilerledi. Düğmeye basıp beklemeye başladı. Birkaç saniye sonra 'dıt' sesiyle kapılar açılınca Rose, acele etmeden asansöre bindi. Yanlız değildi, iki doktor ve bir de hasta yakını vardı asansörün içinde. Çıkması gerek katın numarasına basıp, ellerini cebine soktu ve asansörde bulunan diğer tanıdık gelen yüzü inceledi. Sanki daha önce çok kez görmüş gibi hissediyordu bu tanıdık yüze karşı. Fakat tam çıkaramadı, zaten bu sırada da diğer hasta yakını inmesi gereken kata geldiği için asansörü terk etti.

Bloody Angel ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin