31. Bölüm | Kâbus

306 53 20
                                    

(Bölümlerin gelme sıklığı sizin kitaba verdiğiniz ilgiye göre değişiklik gösteriyor. Sizden tek isteğim bol bol yorum yapmanız, hiç olmazsa bir iki yorum atmanız. Teşekkür ederim.)

Yerdeki kıza yardım etsem iyi olacak, tamamen soymamış olsalar da üstünde pek bir şey olmadığı da aşikâr. Kızın yanına gittim ve iyileştirme yeteneğimi kullandım. Yeteneğin etkisi ile kız az da olsa kendine gelmeyi başarmıştı. Üstümdeki kabanı çıkartıp kızın üstüne örtükten sonra biraz daha ayılmasını bekledim.

-Sanırım kendine geliyorsun…

Kız daha kendine gelmeden yalvarmaya başladı. Az önceki olayın şoku olsa gerek yaptığı tek şey ağlayarak “yapmayın” diye yalvarmaktı. Kızın saçına elimi koyup sıcak bir gülümseme ile “geçti” dedim. Kız hala devam ediyordu, dediğimi umursamamış gibi bir hali vardı. Tekrar ve biraz daha sert bir şekilde ona her şeyin geçtiğini izah etmek zorunda kaldım. Sonrasında kız afallamış bir şekilde yüzüme bakıyordu. Çok yakışıklı olmamdan kaynaklı olsa gerek bir süre gözlerini gözlerimden ayıramadı. Sonrasında ise ilk dediği şey “sen kimsin” diye sormak oldu.

Bunu duyunca biraz afallamıştım, yüzüme dakikalardır bakmasının sebebi yakışıklı olduğumdan değil miydi yani? Kıza odaklanmış bir şekilde bakarken kız sorusunu tekrarlamak zorunda kaldı. Bir kez daha afallamıştım ve mala bağlamış bir şekilde;

-Iıı, ben mi? Ah, doğru benden başkası da yok zaten… Adım Can Hilal.

-Neden bana yardım ettin.

-Bilmiyorum, yolda geçiyordum denk gelince yardım etmek istedim. Yürüyebilecek misin?

-Yürürüm, çok teşekkür ederim yardımların için. Eğer sen olmasaydın…

-Düşünme artık, geçti.

Yavaşça yerden doğruldum. Kızın az önce biraz da olsa yarasını iyileştirdiğim için iyi olması gerekiyordu. Ayağa kalkıp yerde yarı oturur pozisyondaki kıza baktım, kalkmasını bekliyordum. Bir süre öylece kıza baktığımda kızın kalkamadığını fark ettim, oysaki yaralarını da iyileştirmiştim, ayağa kalkmasında bir sorun olmaması gerekiyordu. Sessizce elimi kıza doğru uzattım. Kız elimi görünce beni anlamışçasına elimi tutarak elimden destek aldı ve ayağa kalktı. “Gidelim mi” diye kıza sorduğumda kafasını onaylarcasına salladı ve birkaç adım attık. Fakat kızın bacağında bir sakatlık var gibi topallıyordu. İçimde tam iyileştirememiş olmamanın kuşkusu olunca aklımdakini yapmanın düşünmeye devam etmekten daha mantıklı olacağından yavaşça eğildim.

Kız tuhaf bakışlarla bana bakıyordu, sanki “bu ne yapmaya çalışıyor” dercesine göz bebeğini üstümde gezdiriyordu ve ben bunu çok iyi hissediyordum. Yavaşça elimi kızın dizine koydum, acımış olacak ki kız aniden ayağını geri çekti. Kıza dönerek, sakin kalmasını, sadece yarasını kontrol edeceğimi söyledim. Kız kuşkulu yanaşsa da en nihayetinde kendini bana salarak ayağını çekmemişti. Elimi dizinin üzerine koyup iyileştirme yeteneğimi kullandım. Sonrasında ise kızın bacağındaki yaranın geçtiğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Kızın üstündeki pantolondan dolayı yaranın iyileşip iyileşmediğini göremiyordum. Sadece kızın ifadesinden bunu anlayabilirdim.

Kıza dönerek “daha iyi mi” diye sorduğumda kafasını delicesine evet dercesine sallıyordu. Sanırım az önceki çekilmez acıyı dindirdiğimden olsa gerek hem çok şaşkın hem de keyfi yerine gelmiş gibiydi. Bana bunu nasıl yaptığımı sormak istercesine bakınca gözlerimle sormaması gerektiğine dair uyardım. Kız ise bu tavrımdan sonra sormaktan vazgeçti.

Dizi iyileştiğinden dolayı artık benden destek alarak yürümesine gerek kalmamıştı. Üstündeki ceketimi ise bana geri uzattı. Mahcup olmuş bir şekilde…

-Gerek yok üşümüyorum, senin aksine.

Kız bunu dediğimde üşündüğünü inkar edememişti. Sadece kafasını eğerek ceketimi elinde sıkıca tutmaya başlamıştı.

-Ceket elde tutulsun diye değil, giyilsin diye farkındasın değil mi?

-A-evet.

Böyle demiştim çünkü ortamın bu karamsar suskun havasını bozmak istemiştim ama ne yazık ki başarılı olamamış gibiyim, sonuçta kız beni çok ciddiye almıştı. En azından ceketi giymişti. Ayrıca sürekli kız diyorum da adı ne acaba?

-Adımı söylemedim değil mi?

Düşüncelerimi yoksa sesli mi söylüyordum? Yok, olamaz. Öyle bir şey yapmış olsam soruyu bu şekilde de sormak ile sormamak arasında ikileme düşmüş bir vaziyette sormazdı diye varsayıyorum. Neyse ne!

-Evet, adını söylemedin.

-Edina…

-Bir tanıdığın var mı? İstersen seni eve götürsün.

-Şe-şey hiçbir tanıdığım ya da akrabam yok.

-Anladım o zaman evine kadar sana eşlik etmeme izin ver olur mu?

-Yo-yok ben kendi başıma giderim.

-Bu saatte tek başına evine dönersen başına tekrar bir şeyler gelebilir.

Bunu dedikten sonra kızın modu tekrar düşmüş gibi bir hali vardı ama yapabileceğim bir şey yok. Sonuçta bunlar gerçek…

-Erebus hadi gidiyoruz.

-Miyav.

-Bu… bu senin kedin mi??? Çoook tatlııııı!

-Miyaaavv…

Edina önce biraz kediyle uğraştıktan sonra birlikte tarif ettiği şekilde yürümeye başladık. Yavaş ve istikrarlı adımlar ile Edina’nın evine doğru yürüyorduk. Bu sırada ise Erebus yanımızda yürüyordu. Hava serindi, yani esiyordu. Dayanıklılık istatistiğimden kaynaklı olsa gerek üşümüyordum ama arada serin rüzgâr dikkatimi çekiyordu. Edina soğuktan baya üşüyor, verdiğim ceket pek etki etmiyor gibiydi. Bağışıklılığı ve soğuğa direnci düşük sanırım. Edina’nın bu durumunu görünce adımlarımı biraz hızlandırdım. O da bana ayak uydurdu.

Birlikte yürürken birçok şeyi öğrenme fırsattım da oldu. Hem bu şehir ve ülke hakkında hem de az önceki serseriler hakkında. Az önceki kişiler meğerse Edina’nın okulundanmış. Özellikle o Gayla denen kız, Edina’nın sınıfında olmakla birlikte çok ağır bir zorbalığa maruz bırakıyormuş yanımdaki kızı. Bu durum sinirlerimi bozmuştu, bana eski hayatımı hatırlamıştı ama bu yanımı yanımdaki kıza belli etmedim. Kızı şikâyet etmedin mi diye sorduğumda ise öğrendiğim şey bu ülkenin de bizim ülkeden bir farkı olmadığıydı. Güç ve nüfus her şey… Bu ilk insanoğlundan bu yana insanların değişmemiş tek özelliği olabilir. Güce ve nüfusa olan bu açlıkları…

Bunları konuşurken birkaç sokak ileriden ambulans sesi yükselmişti. Sanırım ağızlarına sıçtığım elemanlar yardım isteyebilmişler. Edina’nın hikayesini dinledikten sonra keşke biraz daha ağızlarını dağıtsaydım dedim, ama geçti artık. Artık yatıp kalkıp dua etsinler karşıma çıkmamak için. Yoksa bir daha böyle bir şans daha vermem onlara…

Bu sırada yanımdaki kızın benle aynı yaşta olması, ona karşı daha çok sempati duymama sebep oldu. Çok küçük yaşında ailesini bir kaza da kaybetmiş sonrasında ise akrabaları tarafından yük olarak düşünülüp istenmemiş. Şimdi ise üç kuruş para kazanıp hem hayatta kalmaya hem de okula gitmeye çalışıyor. Ne yazık ki Gayla gibi birkaç karaktersiz orospu çocuklar zengin ve güçlü olduklarını hissetmek için bu tarz insanları ezerek zevk alıyorlar.

-Geldik.

Edina’nın bu cümlesi ile kendi iç dünyamdan çıkmış öfkemi dağıtmıştım. Edina yavaş ve nazikçe bana ceketimi geri uzattı ve teşekkür etti. Ben ise başımı salladım. “Artık iznini isteyeyim.” diyerek arkamı döndüm. Edina ise arkamdan nazik bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Böyle bir şey beklemiyordum. Beni evine davet etti.

-Bu saatte otel aramak yerine burada kalmak ister misin? Evet otel kadar konforlu değil fakat teşekkürümü böyle ödemek isterim.

-Emin misin? Sana yük olmak istemem.

-Yo-yok sorun olmaz.

-Teşekkür ederim.

Kızın yol göstermesi ile binaya girdim. Kız önümde ben arkasında merdivenlerden çıkıyorduk. Bir kat yukarı çıktığımızda kız durdu. Kapının kilidini açtıktan sonra içeri girdik. Ayakkabısını içerideki eski bir ayakkabılığa koydu, bende aynısını yaptım. İçerisi sanki dışarısına göre daha soğuktu. Evin içinin eskiliği ve dağınıklığı, kıza daha çok acımama sebep oldu. Kız mahcup olmuş bir yüz ifadesi ile bana bakıyordu.

-Kusura bakma kaldığım ev çok kötü ama kazandığım para ile anca bu evin kirasını ödeyebiliyorum.

-Sorun değil, sen üstünü değiştir ben içerideyim.

Edina odasına gittiğinde ben de şöminenin yanına gittim, bu da ev gibi çok eski bir görüntüye sahipti. Yandaki odunlardan alıp içine koydum. Sonrasında ise elimde ateş oluşturarak odunları tutuşturmak için kullandım. Odunlar yaş gibi durmasına rağmen benim ateş yeteneğim odunu kolayca tutuşturmuştu. Sonrasında ise salon ile mutfak birleşik olduğu için mutfağa yöneldim. Dolapları biraz kurcaladıktan sonra bir tava buldum. Ocağın yanındaki yağı da kullanarak altını yaktığım tavayı yağladım. Envanterimi biraz kurcaladıktan sonra öncesinde stokladığım çiğ etlerden çıkardım. Envanterimde zaman kavramı çok farklı olduğundan dolayı yiyecekler kolay kolay bozulmadığı için yanımda böyle şeyleri rahatlıkla taşıyabiliyordum. Sonuçta her an başıma ne gelebilir bilemem. Önceden tedbirli olmaktan zarar gelmez.

Yağ kızarken bende kesme tahtasına envanterimden çıkardığım eti koydum. Sonrasında ise envanterimden hançerimi çıkartarak hızlı bir şekilde eti güzelce doğradım. Gücümü iyi kontrol etmeye özen gösterdim sonuçta biraz fazla güç uygulamam ile kesme tahtasını geç tezgahı bile parçalayabilirim.

Doğradığım eti yavaşça tavanın içine döktüm. Et kavruldukça odanın içini çok güzel bir koku kaplamıştı. Tabi ki et dediğin tuzsuz ve baharatsız olmaz diyerek envanterimde taşıdığım çeşit çeşit baharatlar ile harmanlayıp biraz da tuz ekledim. Etin kavrulma sesi ve kokusu beni benden almıştı. Bu sırada Edina kokuyu duyduğundan olsa gerek odasından aceleyle çıkmıştı. Tipinden üstünü bile hızlı ve aceleyle giydiği belli oluyordu. Şaşkın gözlerle bana bakarken daha fazla kendini tutamadı ve konuştu.

-Odunlar yaştı nasıl yakmayı başardın?? Üstüne birde bu et kokusu da ne?

-Önemli bir şey değil. Hadi masaya geç akşam yemeği yiyelim.

Edina ne olduğunu anlamamış bir şekilde masaya oturdu. Masa küçük ve iki kişilikti. Ben ise dolapları kurcalayarak bulduğum tabakları masaya koydum, yanlarına ise çatal ve kaşık koyduktan sonra tavada kavrulmuş eti, önce onun tabağına sonra kendi tabağıma koydum. Siktir, envanterime önceden ekmek koymayı unutmuşum. Neyse o kadar da önemli değil ya.

Bunları düşünürken Edina şaşkın bir şekilde yüzüme bakıyordu.

-Can, bu eti nereden buldun? Yanında hiçbir şey yoktu? Ayrıca yurtdışından gelmene rağmen niye yanında hiç valiz yok?

-Bunlarda benim gizemim olsun.

-Son olarak niye koca eti bu şekilde israf ettin ya… Ya et böyle mi kullanılır, bilsem daha güzel şeyler yapardım…

Eti hayatında çok az yemiş olduğundan kaynaklı mı böyle bir şey söylüyor acaba. Ben sadece açlığımı gidermek için yiyince diğer insanlar için bunun bir lüks olduğunu unutmuşum. Sakin ve gülümseyerek Edina ya döndüm.

-Canını sıkma daha çok var.

Bunu dedikten sonra yanlış bir şey mi söyledim diye afallamam bir oldu. Edina’nın yüz ifadesi bir anda değişmişti.

-Yo-yoksa bu insan eti mi???

-Yok lan ne alaka?! Koyun eti, yoksa sevmiyor musun?

-Yok yok ondan değil. Neyse bir iki dilim ekmek olacaktı, getireyim.

-Tamam.

Edina sandalyeden kalktıktan sonra biraz kurcaladı ve biraz bayat ekmek buldu. Ekmek ile birlikte eti yemeye devam etti, ben ise sadece et ile karnımı doyurmayı düşünüyordum. Kıza doymazsa söylemesini söylememe rağmen büyük ihtimalle mahcup hissedecek ve bu kadar et ile doymaya çalışacaktı. Ama yarım kilo kadar et nasıl doymasına yetsin ki? Ben kendi tabağımı bitirdikten sonra Edina’nın etten azar azar alıp ekmekle doymaya çalıştığını gördüm. İleri doğru uzanarak ekmeğini aldım.

-Bu ekmek çok bayat, yeme.

-A-ama…

-Hem Erebus da bir şeyler yemesi gerek.
Aslında kedimin ölü olması ve hiçbir şeye ihtiyaç duymaması onun bilmesi gereken şeyler arasında yer almıyor. Üstüne bu bayat, taş gibi olmuş ekmekle karnını doyurmak için diretmesini başka nasıl çözerdim bilmiyordum. Ekmeği tavada kalan et kalıntısı ve yağı ile harmanlayıp başka tabağa kattım. Sonra yere koydum.

-Erebus, buyur ye.

-Miyav.

Bu miyavlamasının altında yemeğe ihtiyacı olmadığı gibi birçok anlam olsa da ona attığım bakış onun o yemeği afiyetle yemesine sebep olmuştu. Sonrasında ise envanterimden bir kilo et daha çıkartıp öncekine yaptığım gibi yaptım. Bu sırada Edina etiyle oynaştığından ne yaptığımı fark etmemişti bile. Etiyle oynaşma sebebi de bu kadar değerli bir şeyi hızlıca yiyip bitirmek istemiyordu. Önündeki et onun doymasını sağlamayacağını biliyordu bu yüzden yavaş yavaş yiyerek doymuş gibi hissetmek istiyordu, her zaman yaptığı gibi.

Bu sırada et ocakta kavrulurken Edina ya yaklaştım. Elindeki çatalı aldığımda anlamsızca yüzüme bakıyordu. Az önceki hayal aleminden çıkmış ne yapacağımı merak ediyordu. Çatalı ağzına kadar et ile doldurduktan sonra “aç ağzını” dedim. Edina isteksiz olsa da diğer elime kafasını tutunca isteksizce ağzını açmak zorunda kaldı.  Etin hepsini ağzına tıktığımda aldığı yüz ifadesi kendim doyduğum zamanki hissettiğim şeye nazaran daha mutlu edici bir şeydi. Onun bu şekilde bayılarak yemesi, yaptığım şeyin güzel olmasından kaynaklı değildi ama olsun onu bu şekilde görmek mutlu hissetmeme sebep olmuştu. İlk defa böyle bir duygu hissediyordum. O etini yerken ben diğer eti de pişmiş ve önüne koymuştum.

-Oha, nasıl bu kadar çok ete sahipsin??

-Iıı, param çok diyelim.

Kız daha fazla eti görünce sorgulamadan ete gömüldü. Şişesiye kadar yediğine yemin edebilirim, hatta hayatında ilk defa bu kadar çok doyduğunu hissettiğine de eminim. Etini bitirdiğinde artık yüzünden de doyduğu anlaşılıyordu. Doyduktan sonra ise aklında birçok soru belirmeye başlamıştı. Bunu fark ettiğim gibi yavaşça ona soruları için vaktinin olduğunu zamanı geldiğinde hepsini cevaplayacağım gibi küçük bir yalan söylemiş bulundum. Yemekten sonra bulaşıkları yıkadıktan sonra Edina odasına çekildi ve orada uyudu ben ise şöminenin karşında biraz ateşi seyrettikten sonra koltuğa uzandım.

Bu gün benim için çok farklı deneyimler ile doluydu. İlk defa uçak seyahati, birinin ilk defa bu kadar çok yemek yemesine vesile olmak gibi… Bilmiyorum, hepsi bende tuhaf hislere sebep olmuştu. Bunları düşünürken uyumam uzun sürmedi.

Benim bölgeme mi geldin? Benim topraklarıma ayak basabilecek cesarete sahipmişsin. Seni bekliyor olacağım… Bu konuşma kulaklarımda yankılanırken bulunduğum yerin karanlığı ve soğukluğu tüylerimi ürpertmişti. Bulunduğum yerdeki ölüm hissi boğazlarımı sıkmış nefes almamı engelliyordu.

Kalk… Bu ses az önceki sesi bastırmış ve korkarak doğrulmama sebep olmuştu. Kalktığımda odaya zar zor girmeyi başarmış güneş ışığı altındaki kızı gördüm. Dağınık saçı ile bana doğru eğilmiş bir vaziyette beklerken, gözünün önüne saçı düşmesin diye kulağının arkasına atmıştı. Tabi ki bu tablo gibi manzara benim ani hareketim ile bir anda bozulmuştu.

-Korkuttum mu seni?

Bu ses az önceki kulağımdaki yankılanan sesin aksine daha nazik ve yaşam doluydu. Elimi yüzüme götürüp ovuşturduğumda terlediğimi fark ettim. Bu sırada Edina az önceki sorunun üzerine bir soru daha eklemişti, “Bir şeyin mi var?”.
Biraz zor olsa da kafamı toparlayıp konuşmaya başlamak için yutkundum. Elimi yüzümden çekip hafif bir tebessüm ile “Sorun yok sadece kabus görüyordum.” diyerek soruyu geçiştirmiş olsam da bu kabus sıradan bir kabusmuş gibi hissettirmiyordu. Bunu uçakta da hissetmiştim. Aynı aura, aynı atmosfer… Bir şeyler olacakmış gibi hissediyorum.

-Hadi gel bir şeyler hazırladım, sonrasında okula gideceğim sende…

-Ben de dışarı çıkacağım biraz şehre göz atmak istiyorum.

-Tamamdır, sana yedek anahtarımı veririm benden önce gelirsen girersin.

-Bu arada numaramı vereyim bir şey olursa ara.
-O-olur…

Bunu derken bir anda utanmış gibiydi değişik bir yüz ifadesi takınmıştı, ne olduğunu anlamasam da sonrasında telefonunu çıkardığında az çok tahmin etmiştim. Telefonu baya eski dokunmatiklerdendi. O kadar eskiydi ki şu anda düzgün çalıştığına dair emin değilim. Ona verdiğim numarayı zar zor kaydettikten sonra eski masanın başındaki sandalyelerden birine oturdu bende diğerine oturdum. Kahvaltıda pek bir şey yoktu. Sabah ben varım diye büyük ihtimalle ekmek almaya gitmiş, ekmek taze gözüküyordu. Birde yumurta kırmış, yanında pek bir şey yoktu. Bana çay içer misin diye sorduğunda, sevmediğimi belirtince sadece kendisine çay koydu. Kahvaltı yaptıktan sonra Edina çok beklemeden çıktı, zaten üstünü ben uyanmadan önce giyinmişti. Karnını doyurunca hemen okula yetişmek için çıktı. Kalanları ise ben toplayıp, temizleyip, yerlerine koydum.
Bu sırada Edina okuluna gitmiş, sınıfına girmişti. Diğer günlerin aksine bu gün okulda Gayla yoktu bu yüzden okul daha sakin ve güzel geçecekti onun için.

Bulaşıkları hallettikten sonra kendimi ateşin karşısındaki eski koltuğun üzerine atmıştım fakat zamanımı böyle boşa harcamak istemiyorum. Yeni bir şehir, yeni bir mekân, yeni şeyler görmek istiyorum. Ayrıca biraz dışarı çıkıp mutfak alışverişi iyi gidebilir. Banka hesabımda ne kadar vardı acaba. Bunları düşünürken bir yandan telefonumdaki banka hesabını açtım. Yedi yüz atmış bin civarı bir meblağ vardı şimdiyse kırk beş milyon yedi yüz atmış bin ve küsuratlı bir sayı olmuş. En son Umur Bey’e verdiğim altınları bana atmış olsa gerek. Az bir meblağ yokmuş he. Acaba… Neyse bu düşündüğümü şu anlık bekleteceğim, ileride ne olacağı belli olmaz belki de kararım sonrasında değişebilir. Eğer öyle bir şey olduğunda pişmanlık da duymak istemiyorum.

Bunları düşünürken koltuktan kalkmıştım, sonrasında ise dün koltuğa bıraktığım ceketi giyerek dışarı çıktım. Havanın nasıl olduğunu bilmesem de sabahın erken saatlerinde, daha güneş bile merhaba dememişken sıcak olmasını bekleyemezdim. Dışarı çıktığımda her zamanki gibi Erebus da yanımdaydı. Bir süre yürüdüğümde daha bu saatlerde hiçbir dükkânın açık olmadığını görünce bir parka oturdum. Parkın yanında ki yolda trafik gereğinden fazlaydı, sonuçta herkes işe, okuluna yetişmeye çalışıyordu.

Bir süre öylece oturdum, gökyüzünü seyrettim, Erebus’u sevdim, belki biraz da telefonda zaman öldürmüş olabilirim. Tabi ki telefonumda gidebileceğim yerlere bakmak ilk amacımdı. Görmeye değecek bir yerler var mı diye biraz kontrol ettiğimde birkaç güzel bir yer bulduğumu düşünerek banktan kalktım. Devamında ise bir taksiye binerek önce manzarası ile ünlü bir yere gittim. Teleferik ile yamaca çıkarken manzaranın eşsizliği beni benden aldı. Böyle bir manzara böyle bir şehirden beklemiyordum. Biraz orada gezindikten sonra şehir merkezine indim, kalabalık olmasının yanında bir çok çeşit dükkan, alışveriş merkezi ve lokanta vardı. Sabah bir şeyler yediğimden şu anda açlık hissetmiyordum, bu yüzden lokantaları es geçip diğer yerlere bakınmaya başladım. Gözüme hoş gözüken tshirt, gömlek, ceket, takı… ne bulduysam aldım.

Edina’ya uyabilecek güzel şeyler gördüğümde onları da es geçmedim. Bu kadar param varken bir şeyler almak için iki kez düşünmek pintilikten başka bir şey olmazdı. Ayrıca kardeşime uyabileceğini düşündüğüm şeyleri de aldım ki dönüşte ona hediye olarak verebileyim. Yanında annemi de unutmadım tabi ki. Babam… Babama ise… neyse gerek yok ona, hiçbir zaman benimle ilgili bir şey onu alakadar etmezdi zaten. Neyse keyfimi kaçırmaya gerek yok…

Güneş batıyor desene… Bu günüm dolu ve güzeldi. İlk defa kendime bu kadar çok zaman ayırıyorum sanırım. Artık dönme vaktim geldi desene.
Taksiden indiğimde eve doğru yürüdüm. Demir kapıyı açıp binaya girdim, tozlu merdivenlerden ağır ağır çıktım. İkinci kata geldiğimde ilk anahtarla açmayı düşünsem de evde Edina varken böyle bir davranışın ne kadar doğru olacağına emin olamadığım için kapıyı tıklattım. Sanki beni bekliyormuş gibi çok geçmeden kapıyı açtı. Ayakkabımı çıkartıp içeri girdiğimde bana merak etmiş bir yüz ifadesi ile bakıyordu. Gülümseyerek ceketimi çıkardım.

-Nerdeydin?

Bana bunu sorunca gün boyunca gezdiğim yerleri kısaca özetlemiştim. Fakat bunu yaparken Edina’nın gözündeki ışıldama dikkatimden kaçmamıştı.

-Ben onların hiç birine gitmedim…

-Tamam sana sözüm olsun ben dönmeden önce son bir kez de senle gideceğim.

-Ha-hayır o anlamda dememiştim.

-Sorun değil, ayrıca bunlar sana.

Elimdeki kıyafet poşetlerini Edina’ya uzattığım da heyecanla eline aldı ve açıp baktı.

-O-Oha bunlar çok güzel ama bunlar çok pahallıdır kabul edemem.

-Edina, tekrar böyle yaparsan cidden kızacağım, şimdi şu kıyafetleri tek tek dene bedeni uymazsa değiştiririz.

-Ta-tamam.

-Ayrıca şu poşetlerde de yiyecek içecek falan var bunları da mutfağa koyuyorum bu gün akşam yemeği senden.

-Kabul Ed-

Benim ona bakan, çatmış kaşlarımı görmüş olsa gerek ki diyeceğini bitirmeden susup başka bir şey diyerek devam etti.

-Tamamdır, çok güzel şeyler yapacağım.

“İşte beklediğim cevap.” diyerek gülümsedim. O da odasına gidip kıyafetleri denemek için hazırlanıyordu. Kıyafetlerin içinde çok şık şeylerin yanı sıra ihtiyacının olabileceği şeyleri düşündüğüm şeyleri de almıştım. Mont, hırka, atkı… Ama eminim ilk giyeceği şey…

Daha düşüncemi bitiremeden Edina odasından çıkmıştı ve düşündüğüm gibi ilk giydiği şey aralarındaki fiyat olarak en yüksek olmasının dışında en şık olan şeyi giymişti. Giydiği şey kırmızı bir elbiseydi. Alt kısmı dizine kadar gelirken boyun kısmı geniş ve açıktı. Kol kısmı ise askılıydı. Belinin kenarlarında ise küçük bir boşluk vardı. Bu kıyafet ile Edina’nın vücudunun hatları daha belirgin olmuştu ve içindeki gizli güzelliği uyanmıştı. Belki bu yüzden bu kadar zorbalık görüyordu? Bakımlı olsa ve düzgün giyinme ile okuldaki en popüler kızlardan biri olacağına eminim.

-Na-nasıl olmuş?

-Sana bu kıyafet çok yakışmış. Üstünde bu kadar iyi olacağını düşünmemiştim.

-Te-teşekkür ederim.

-Bu arada poşetlerden birinde ayakkabılar vardı, topuklu ayakkabı da almıştım o ayakkabıyı bu elbisenin altında giyersen uyabileceğini düşünüyorum. Neyse bu halde çok durma hava soğuk, hasta olacaksın.

Edina odaya üstünü değiştirmeye gittiğinde ben o gelesiye kadar ateşi yakmanın mantıklı olacağını düşündüm. Ateşi yaktıktan sonra da Edina tek tek kıyafetleri giyerek bana gösterdi. Çoğu ona uysa da bazıları biraz büyük gelmiş gibiydi ama değiştirmeye gerek duyacağını düşünmüyorum. Bir süre sonra deneyecek kıyafeti kalmayınca mutfağa girdi ve hızlıca aldığım sebzeler ve etle güzel bir şeyler yapmaya başladı. Hatta o kadar güzel kokuyordu aç olmayan biri bile acıkabilirdi.
Yemek geldiğinde tek düşündüğüm şey yemeğin çok güzel gözüktüğüydü. Bu yemeğin üstüne güzel bir uyku ile günün yorgunluğunu atmak çok güzel olacak…

(Not: Her cumartesi yeni bölüm. Yeni bölümlerden haberdar olmak için takip etmeyi unutmayın.)

(Not:  Bu bölüm eski halinde 48. Bölüme denk geliyor.)

Oyuncu - Ölü HükümdarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin