Mezuniyetten birkaç gün sonra Minho başvurduğu kafede çalışmaya başlarken ilk iş gününde heyecanlı hissediyordu, genellikle kasada sipariş alıyor ve çok ihtiyaç olduğunda garsonluk yapmaya gidiyordu.
Jisung ve Jeongin evde iken o ve Hyunjin çalışmak için işlerine dağılmışlardı, üstündeki kahverengi önlüğe bakıp Lee Minho yazısına gözleri gitmişti ki hemen önünden gelen "Bir latte alabilir miyim?" lafı ile şaşkınlıkla kafasını kaldırdı.
O geceden sonra ilk defa Chan'ı görmesi ile kalakaldığında Chan da ondan farksız değildi. Vücudunu bir telaş dalgası kapladığını hissetti, en son kollarında kokusunu hissederek ağladığını ve Chan'ın da ona sarıldığını hatırlıyordu.
O gün bir anlık geçmişe dönse de şimdi sanki bir yabancı varmış gibiydi karşısında, istemsizce titrediğinde Chan da duraksamıştı ki kafeye giren Felix "Abi sipariş ettin mi?" diye yanlarına geldiğinde gördüğü kişi ile duraksadı. "Ah, Minho hyung."
Elleri karıştırdığı çantasının üstünde kalakaldığı sırada Minho yutkundu, Felix kafesinde çalışmaya başlayan adama karşı ne diyeceğini bilemezken yanlarına gelen müdür ile üçünün de bakışları oraya döndü.
"Felix Bey," dedi adam gülümseyerek. "En son işe başlayan kişi, Minho. Minho bu da kafenin sahibi Felix Bey."
Minho şaşkınlıkla iç çekti, koskoca şehirde gerçekten Felix'in kafesinde mi işe başlamıştı? Hyunjin bunu öğrenirse neler olur, çıkan kaos nasıl sonuçlanır bunu düşünen Minho cevap veremezken Felix "Kendisini tanıyorum Dae Bey," deyip gülümsemişti. "Sorun yok, gidebilirsiniz."
Kafe Felix'in olsa da Felix yabancı insanlarla pek iletişime geçemezdi sosyofobisinden dolayı bu yüzden işe alımlarda o ilgilenmezdi. Bu yüzden işe başlayan kişinin Minho olduğunu şimdi öğreniyordu.
İlk tepki veren Minho oldu, başını eğip selam vermiş ve Chan'a dönmüştü. "Latteniz hangi boy olsun?"
"Ah," Chan kafa salladı. "İçmek istemiyorum. Sipariş iptal olsun."
Felix bir adım geri çekildi. "Ben de gideyim."
Boğulurmuş gibi hissettiği için adeta direkt o ortamdan kaçtığında Minho yutkundu, cevap vermeden kafa salladı ve siparişi iptal etti ama Chan gitmek yerine ona bakmaya devam ediyordu.
Titreyen ellerini ekrandan alıp tezgahın altına indirdiğinde Chan gözlerine bile bakamayan adama baktı, yapacağı iş, alacağı kahve hiçbiri şu an önemli değildi.
"Minho," İsmi dudaklarından çıktığında Minho ona baktı, bu kadar büyüdüğü gerçeği canını yaktı Minho'nun. Terk ettiği Chan çok büyümüştü, oturup o zamanları göremediği, her anına şahit olamadığı için ağlamak istedi bir an.
"Biraz konuşalım mı?" Ekledi telaşla. "Kasaya biri bakabilir, sorun yok."
Bu sorusu Minho'nun etrafa bakmasına sebep oldu, kafasını sallayarak kabul etmiş ve onun yerine biri geçerken Chan ile ikisi Chan'ın gösterdiği yerden kafenin arkasına çıkmışlardı.
Oradaki oturma yerine yan yana otururlarken kendini tutamayan Minho oldu, kafasını çevirip özlediği yüze baktı.
"Neredeydin?"
Chan ellerini birleştirdi bacaklarının arasında, yutkundu ve "Avustralya," diye bir cevap verdi. "Sen neredeydin? Sahi, sen neredeydin?"
"Gangnam... Görmüştün zaten."
"Seul'u asla bırakmam diyordun."
Han nehrinde oturmuş ikiliden Minho sırtını Chan'ın göğsüne yaslamış dinlenirken "Seul'u çok seviyorum biliyor musun?" diye konuşmuştu aniden. Gözlerini kapatmış, hafiften esen rüzgarla Chan'ın kokusunda dinlenmeyi hedefliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
haru haru, minchan hyunsung ✓
Fanfictionkaldın sen gitmedin, yok hâlâ bitmedin. odamda hayalin saklı bak.