Herkes için sıradan bir Mayıs sabahıydı o gün. Ama benim için bir sonun başıydı. Çünkü hala yanımdaydı sevgilim. Her şeye, herkese rağmen elimden tutuyordu hala.
Yağmur damlaları son hız yağmayı kesip hıncını boşaltmıştı. Yerini güneşli bir hava ve tam karşımızda büyüleyici bir şekilde duran gökkuşağı almıştı.
Aslında fark ettim ki gökkuşağının renkleri artık daha parlak geliyordu bana. Önceleri hep aşağıdan bakardım gökkuşağına. Sevgilime aşık olup onca şey yaşadıkça pes etmemeyi öğrenmiştim. Yaşadığımız zorluklara karşı yıkılmamış, hatta daha da güçlenmiştim. Artık en güçlü silahım buydu. Yukarıdan bakıyordum dünyaya. Her şeyi zirveden izliyordum.
Sevgilim hastaneye geri dönmeyeceğini, ailesine bunu açıkladığını söyledi. "Benimle gelir misin?" dedi. " Nereye?" diye yanıtladım merak içinde. "Bilmem. Kalbimiz bizi nereye götürürse." dedi cevabımı az çok tahmin ederek. Elimden tuttu ve sonu olmayan bir yolda yürümeye başladık.
Orada burada dolandıktan sonra hava kararmaya başlamıştı. Sevgilim " Bu gece yanımda kalır mısın? nereye diye sormak yok ama." dedi çok meraklı biri olduğumu bildiği için. Kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladım.
Bir deniz kıyısına getirmişti beni. Ama hayatımda daha önce hiç görmediğim gibi büyüleyici bir yerdi. İnanılmazdı. Denizin içinden yükselen ve adeta bir geçit gibi yarısı suyun altında kalmış sanki büyük bir işçilikle yapılmış taştan bir köprü duruyordu karşımızda.
Dalgakıranların üzerinden atlayıp kumsala ayak bastığımızda ayakkabılarımızı çıkarıp elimize almıştık. Kumsalda el ele yürüyorduk. Birden ayağıma bir şeyin battığını hissettim. Hemen onu kumdan çıkarıp baktım. Kanıyordu, derimin altına küçük bir tahta parçası girmişti.
Kumlara oturduk ve sevgilim onun için biraz zorlu olsa da tahtayı ayağımdan çıkarmayı başarmıştı.
Sonra" Seni buraya neden getirdim biliyor musun?" dedi sevgilim. "Bir sebebi mi var?" dedim gözlerinin içine bakarak. "Anlatacağım ama dinleyeceksin."diye devam etti anlatmak için can atarmış gibi görünürken. "Tamam anlat hadi." dedim ve söze girdi.
" Ben küçükken beni buraya dedem getirmişti. Hep büyük hikayeler anlatırdı o. Her mantığa sığamayacak anlamlı hikayeler. Neyse beni buraya ilk getirdiğinde ona ilk sorum şu taştan geçit ne? olmuştu."
" Dedem; onun bir hikayesi var deyip söze girmişti hemen. Bundan milyar yıllar önce aşık olmak isteyen bir adam her gün bu sahile gelirmiş ve tanrıya yalvarırmış. Bir gün adam yine gelmiş tam umudunu kaybetmişken denizin içindeki kayayı fark etmiş. Bir güç onu oraya çekmiş. Adam yüzüp kayanın üstüne çıkmış. Tam o anda kayanın altında başka bir yaşam olduğunu görmüş. Büyüleyici güzellikte bir su altı prensesi ona doğru yüzmüş. Yanına gelip ona konuşmuş."
" O gün ikisi de birbirine aşık olmuş. Ama ikisi de farklı dünyaların varlıklarıymış. Ve asla bir araya gelemeyeceklerini biliyorlarmış. Adam ne olursa olsun her gün batımında o kayaya çıkıp prensesle sohbet etmiş. Gün geçtikçe daha da aşık olmuşlar. Gerçekten deliler gibi sevmişler birbirlerini. Ama iki dünyanın da farklı dünyalarda insanlar yaşadığını bilmemesi gerekiyormuş. Bu yüzden aşklarını bir sır gibi saklamışlar. Ta ki bir gün adam buna dayanamayıp sevdiği kızın kolları arasında ölene kadar. Adam ölür ölmez kaya yükselmiş ve geçit şeklini almış . Bunun sebebiyse farklı dünyalardan gelmiş olmaları yüzünden asla kavuşamamış olmaları."
"Yani eğer içlerinden biri korkaklık etmeyip o geçidi geçebilseymiş o çok sevdiğini söylediği kıza kavuşabilecekmiş. Eh işte çok seversin ama gün gelir hayatın zorlukları yüzünden sevdiğini çekip alırlar senden. Savaşman gerekir çok seviyorsan, herkesi karşına alman gerekir."