O an büyük bir alkış kopmuştu o konferans salonunda. Uzunca bir süre ardı arkası kesilmeden yükselen alkış sesleri arasında kaybolan bir kişi görüyordum. Asla amacına ulaşamayacak biri. Kendini çok güçlü sanan ancak saflığı yüzünden kolayca kaybedebilen rakibim bile olamayacak biri.
Tabi o anın içimde yarattığı coşkuyla ben daha da güçlü hissediyordum kendimi. Düşmeden bulutlardan, koşuyormuş gibi.
Okul bitiş zili çalar çalmaz biz salondan dışarı fırladık ve arkadaşlarımıza " Hoşçakalın." dedikten sonra eve doğru yürümeye başladık. Sevgilim okulun kapısından dışarı adımını atar atmaz kolunu omzumun etrafına doladı ve " Eee, sabah nerde kalmıştık." dedi bana bakıp sırıtarak. " Bilmem. Belki de bazı şeylere en baştan başlamamız gerekir. Kaldığı yerden değil, sanki bu son kezmiş gibi, dibine kadar." dedim çok masum bir bakış atarak.
"Neden son kez olsun ki? Yok öyle bir şey." diye cevap verdi üstüne sevgilim gerilerek. "Öyle bir şey olacak demedim zaten. Ama insan bir şeyin değerini kaybettiğinde anlıyor. En çok kaybettiğinde geçiriyor aklından yaşanabilecek onca güzel şeyin, gidenle birlikte, ardına bile bakmadan yok oluşunu."
"O zaman seninle, DİBİNE KADAR." dedi. Çoktan eve varmıştık ki kapıyı hızlıca açıp kendimizi içeriye attık. Sevgilim odaya koşup üzerindekileri değiştirdi. Zaten nefret ederdi okul üniformasından. İşkence gibiydi sıkı şeyler giyinmek onun için. Ben de üzerimi değiştirdikten sonra, hocanın son anda verdiği 6 sayfalık Biyoloji ödevini yapmak için çantamdan kitabımı çıkardım. Şansa, sevgilimin de matematik ödevi vardı. Kabus gibi bir şeydi bu onun için. Korkulu rüyasıydı matematik.
Tabi yine her zamanki gibi ödevini yapmamak için türlü türlü bahaneler üretip kıvranıyordu. " O ödev yapılacak. Ben sana yardım ederim. Lütfen, beni birazcık seviyorsan." dedim ikna edici bir ses tonuyla. Sonunda, üstün yeteneklerimi kullanıp çok çaba sarfettikten sonra ikna etmeyi başarmıştım. Hemen ödevimi bitirip onunkine yardım etmek için yanına bir sandalye çektim.
Soruları tek tek o anlayana kadar anlattım. Ama anlaşılan bayağı bir uzun sürecekti çünkü sınavı da vardı ve sonrasında çalışması gerekiyordu.
Saatlerdir çalışıyorduk ve artık bütün vücudumuz ağrıyordu. Oturduğum sandalyeden kalkıp, sevgilimin kucağına oturmuştum. Kollarını belimin etrafına dolayıp sımsıkı sarılmıştı bana. Saçlarıyla oynuyordum.Bir yandan da uzunca bir süre hayal mi gerçek mi, çözemediğim kokusunu ciğerlerime hapsetmek için kafamı boynuna gömmüştüm.
Kokusu gerçek olabilmek için fazla inananılmazdı ama hayal olabilmek için de fazla yakındı bana. Bu hayatta güvende, evimde hissettiğim, her gün daha da aşık olduğum çocuğun kokusu, kontrolümü kaybetmeme sebep olan tek şeydi.
Bir kaç dakikalık sarılıp bakışmadan sonra, çalışmaya kaldığımız yerden devam ediyorduk. Bir ara kafamı çevirip ona baktım. Masada duran bir yığın kitaba dikkatle bakması gereken bir çift yeşil göz, bana, benim her zerreme dalmış, dikkatle süzüyordu beni.
" Kitaplar masada sevgilim. Boşuna mı yoruluyorum ben burda bu kafa patlatan işlemleri çözerken." dedim düşük bir modla. Sevgilim bir kolunu masaya koyup kafasını üstüne yatırdı ve diğer elini de saçlarıma götürdü. " Üzülme ama. Ne yapayım konsantrem dağılıyor. Güzelliğine dayanamıyorum." dedi dudağını ısırarak.
" Tamam o zaman. Bu gün başka çalışmak yok." dedim sevgilime yaklaşarak. Sonra yavaşça sandalyemden kalkıp sevgilimin kucağına tekrardan oturdum. Elleriyle saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırıp öptü beni. Her seferinde ilk kezmiş gibi büyülendiğim,hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ve sevgilime deli gibi aşık olduğumu bana her hücremde hissettiren o öpücük.
Ayrılıp, bakıştıktan sonra sevgilime " Sana bir şey anlatacağım." dedim." Anlat bakalım güzel." dedi heyecanla gözlerime bakarak." Sen seviyor mu?sevmiyor mu? nun hikayesini biliyor musun. dedim, anlatmak için sabırsızlanırken. " Onun hikayesi mi var?" dedi şaşkınlıkla. " Tabi ki." dedim ve söze girdim.
" Sadece 1 günlük ömrü olan bir kelebek, güzeller güzeli papatyaya aşık olur. Ancak ölümüne saatler kala papatyaya " Seni seviyorum" diyebilir. Kelebek ölür. Papatya " Neden daha önce sevdiğimi söyleyemedim." diye üzülür, hasta olur ve yapraklarını dökmeye başlar. Her döktüğü yaprakta" SEVİYOR MU? SEVMİYOR MU?" der. Papatya da ölür ve o günden sonra sevdiğini söyleyemeyen herkes, gidip papatyaya sorar." SEVİYOR MU? SEVMİYOR MU?"....
Sözlerim dudaklarımın arasından sanki hiç sonu gelmeyecekmiş gibi döküldükten sonra dönüp sevgilime baktım. Şaşkınlık, etkilenmişlik ve yaşanmışlık okunuyordu gözlerinden. Sonra ellerinden tutup yavaşça sarıldım ona. Kafamı omzuna yatırıp kulağına şunları fısıldadım." Sarıl bana. Sanki son kezmiş gibi. Tut elimden sanki bir daha ayazda elim eline deyemeyecekmiş gibi. Öp beni sanki zaman bir daha asla durmayacakmış gibi. Bak gözlerime, her köşesinin ezberlediğin gözlerimde sanki son kez kayboluyormuş gibi. DİBİNE KADAR yaşa benimle. Sanki gökyüzünde parlayan yıldızlar karanlığa bürünecek, gözlerimde kasvetli rüzgarlar kopacak, her köşesine seni kazıdığım bu kalbim nefretle parçalanacak ve aynı gökyüzünün altında tekrardan iki yabancı olacakmışız gibi. Bir zamanlar birbirleri için dünyayı yakabilecek, şimdiyse sadece o yanan dünyada, tüm yaşanmışlıklarla birlikte yavaş yavaş yok olan iki yabancı gibi."