Uyku yarı ölüm demekti. Uykuya dalınca ruh vücudu terk eder sonra ise beden hareketlenince gerisin geri dönerdi. Firuze hiçbir zaman o evreye ulaşacak kadar uyuyamamıştı. Hatta neredeyse bir gözü açık uyurdu zaten bir karton parçasının üzerinde ne kadar rahat uyunabilirdi ki? Gözlerini araladığında henüz sabah olmadığını fark etti muhtemelen yalnızca birkaç saat uyumuştu. Gece olmalıydı. Kararsız kalsa da yataktan kalktı ve odanın geniş ahşap kapısına doğru ilerledi. Hiç ses gelmiyordu. Uyuyor olmalılar diye düşünüp su almak için mutfağa gitmeye karar verdi.
Evin içinde sokak ışıklarının hoş aydınlığı vardı. Uzun koridorda ilerledi ve mutfağa ulaşıp tezgahın üzerindeki bardakların birine su doldurup kana kana içti. Sonra buzdolabının üzerindeki fotoğraflar dikkatini çekti fotoğrafların birinde dört kişi yer alıyordu Asım, Vefa, orta yaşlı bir adam ve o kadın da anneleri olmalıydı. Bir diğer resimde ise Vefa ağabeyi ile sarılırken çekilmiş bir kareydi. Firuze dikkatli baktığında ağabeyinin o fotoğrafta tekerlekli sandalyede olmadığını gördü. Sonradan olmuştu yani Vefa nasıl üzülmüştü kim bilir. Vefa. Güneş gözlü Vefa.
Ve o an tarih yine tekerrür etti ve arkasından Vefanın şiir gibi sesi işitildi. "Ağabeyim, yaklaşık olarak üç sene önce bir kaza geçirdi... motor sürmeye bayılırdı. Tek tutkusuydu diyebilirim. Annem her gün ona dikkatli olması konusunda telkinlerde bulunurdu fakat abim dinlemez yine binerdi motorunun üzerine hız kurallarına uymadan deli gibi kullanırdı. Bir gün yine motor sürmeye çıktığında o gece sağlık ekipleri aradı bizi. Apar topar nasıl hastaneye gittik anımsayamıyorum bile. Omurgası zarar görmüş o yüzden..." Öyle bir nefes çekti ki içime sanki sızlıyordu canı. "Aynı tarihlerde annemin kanser olduğunu öğrendik. Bir yandan ağabeyim diğer yandan annem. O kadar zordu ki Firuze bir an nasıl dayanacağım nasıl bakacağım diye düşündüm. Sonralarda zaman geçtikçe birbirimizin yaralarını sardık, sevdik. Babam o sıralarda yurt dışında çalışıyordu annemin tedavi masrafları için. Hala da öyle. Annem, anneciğim gitti ama babam gelmek istemedi buraya. Yılda birkaç kez geliyor sadece. Onun dışında da telefonla iletişim kuruyoruz."
Genç adam nefes alamıyormuşçasına mutfak balkonuna koştu hızla. Firuze de arkasından takip etti onu. Vefa dirseklerini balkon demirine yaslamış öylece uzağa bakıyordu. Gözlerinden akan tanecikler ellerini ıslatmaya başladığında Firuze onu sarıp sarmalama isteğiyle dolup taştı. O da ona anlatsa yüreğindeki yarayı, zaten ne demişti Vefa ' Biz acıdaşız Firuze..'
Ve o an tabutun kapısı içindeki karanlık anılarla birlikte saçılıverdi ortaya. Geri kapatabileceğinden emin değildi küçük kız. Canavarın kafesini açmak gibiydi bu. Ruhunun cenazesini tekrar en ön saftan seyretmek gibiydi.
Mühürlü dudakları sızlayarak açıldı. "İki sene önce..." Kelimelerin keskin hançeri boğazını kesiyordu. "Annem..." Ah bu kelime ah bu acının duvarlarda yankılanan sesi. "Kız kardeşlerimi öldürdü." Bir çırpıda çıkmıştı bu kelimeler ağzından. Vefa yaşı kurumamış gözleriyle kıza döndü. Sanki ayakta duramayacağını tahmin etmiş gibi onu narin ellerinden usulca tutarak balkondaki eski koltuğa oturttu. Ne diyebilirdi bilmiyordu. Sadece sıkı sıkı tuttu kızın acıyla boğuşmuş ellerini. Kız gözlerini ikisinin birleşmiş ellerine dikti. Yakışmış mıydı onun pis elleri Vefanın güzel narin ellerine? "Babam bizi terk ettikten sonra hastalandı bizi suçlamaya başladı. Akıl sağlığını kaybetmeye başladı. Bizden nefret ediyordu. Bağırıp çağırıp dövüyordu .Onu hastaneye yatıracak param da gücüm de yoktu. Kardeşlerimi odaya kilitliyordum evden her çıkışımda. Kapıyı asla açmamalarını tembihliyordum. Bir lokantada iki kuruşa tuvalet temizliyordum. Sadece boğazlarından sıcak bir çorba, bir tas yemek geçsin diye."
Gözyaşları çenesine doğru akıyordu silme zahmetinde bile bulunmadı. "O gün sadece birkaç saat gecikmiştim fazladan iş vermişti patronum. Sana yemin ederim Vefa hissetmiştim. Adımlarım geri geri gidiyor kalbim sanki göreceklerimi biliyormuş gibi göğsümü deliyordu." Vefa kızın avuçlarındaki ellerine eğilerek varla yok arası bir buse kondurdu. Öpücüğünü gözyaşlarıyla süslemişti. " Sen hiç evinin bahçesinden kanın yoğun keskin kokusunu aldın mı Vefa. Burnunun direği sızladı mı hiç kan kokusundan. O gün o evin rutubetli odasında ben, annem ve iki küçük cansız beden saatlerce durduk. Her yer kırmızıydı. Ben o gün kırmızıdan nefret ettim. Kırmızı kırmızı kırmızı. Ah ellerime bulaştı. Yalvardım ölmemeleri için yalvardım." Ellerini Vefanın ellerinden hırsla alarak saçlarını çekiştirmeye başladı. "Kardeşlerimin kanına bulandım yalvardım ölmeyin diye. Birazcık erken gelseydim aptal Firuze aptal aptal aptal."
Vefa kızı tuttuğu gibi kendisine çekerek sarıp sarmaladı. Gözyaşları birbirine karıştı. Acının aralarına ördüğü duvar çatırdadı. "Firuze. Benim yaralı küçüğüm, neler yaşatmış bu hayat sana ah benim yüreğimin sızısı. Seni yaşatacağım Firuze. Sana mutluluk getireceğim avuç avuç. Sana çocukluğunu getireceğim acıdan arınmış. Sana yaşamak isteyip de yaşayamadığın, içinde uhde kalan her şeyden bir parça getireceğim. Sana kırmızı sevdireceğim Firuze kırmızıyı kirletmelerine izin vermeyeceğiz."
Saatlerce orda o balkonda oturdular. Firuze kafasını Vefanın omzuna yaslamış. Güneşin yeni bir günün haberini veren kıvılcımlarını seyrediyordu. Güneş gözlü adamın omzunda güneşin doğuşunu izlemek. "Vefa." Dedi ağlamaktan çatallaşmış sesiyle. "Hıım" diye mırıldandı Vefa zira anın büyüsüne kapılmıştı."Güneş rengini, ışıltısını gözlerinden çalmış sanki."
&&&
Sevgiyle kalın :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRUZE
Teen FictionKollarında bir demet narin kasımpatıyı taşımak gibiydi bu, Kucağındaki bedene incitmekten çok uzak bir dokunuşla tutunmaya devam ederken fısıldadığı tek cümle fütursuzca zihnini işgal ediyordu; "Yoksan, yokum..." Tamamen şahsıma ait bir kurgudur. H...