"O kadar sevindiler ki ufacık şeylere bu kadar seviniyorlarsa sıcacık birer yuva ne kadar mutlu eder onları kim bilir. Sizin yaşıtlarınız da vardı, sizden büyükler de, küçükler de hatta o kadar acı ki bebek denilebilecek yaşta olanlar da vardı." Ellerini soğuk mermerlerin üzerinde gezdirdi tekrar. "Onlara sarılırken sizi ne kadar özlediğimi bir kez daha anladım en acısıyla. Öyle çok özlüyorum ki..." sonra sustu. Bugün yalnız gelmişti mezarlığa yaşadığı her şeyi eksiksiz olarak anlattı onlara. Güldü, ağladı...
Daha sonra yavaşça ayaklandı ve arkasını döndü. Gördüğü bedenle sarsılan vücudunu saran titreme onu esir aldı. Nasıl, ne zaman dönmüş burayı nasıl bulmuştu? Elleri tutunacak bir yer ararcasına titrerken kendisini zorlayarak mezarın taşına tutundu. Tekrar yüzüne bakmak istemiyordu fakat öyle bir hırsla bakıyordu ki ona engel olamadı gözlerine ve onunla yüzleşti. Hala iri yarı bir adamdı. Sakalları uzamış birbirine karışmış haldeydi. Sahi onu en son ne zaman görmüştü? Anımsamak, hatırlamak istemediği anılar zihnine üşüştü. Kapıdan çıkıp giderken bacaklarına sarılıp gitmemesi için nasıl yalvardığını ve onun onu önemsemeden bir paçavraymış gibi itekleyerek hırpaladığını anımsadı. Ve taşlar yerine oturdu. Yaşadığı o cehennemin anahtarını o tutuşturmuştu küçük kızın eline. O gidip yalnızlığa sürüklemişti onları. Sonra annesi hastalanmış gidişinden çocuklarını sorumlu tutmuştu. Sahi onun yüzünden mi terk etmişti onları. Ondan çikolata istediği için mi gitmişti veya üşüyorum diye ağladığı için mi? Düşünü genç kız fakat zihninde bu sorulara cevap bulamadı. Sahi ne diye gelmişti ki yoksa bir baba olduğunu yeni mi anımsamıştı?
Susup öylece yüzüne baktığında hırs ve sinirin kırıntılarını görebilmek mümkündü. Zehir saçan dudaklarını hırsla araladı "Ne o şimdi iyi abla rolü mü yapıyorsun? Onlar senin yüzünden öldü bilmiyormuş gibi bakma bana öyle. Hasta annenle onları aynı evde bırakırken ne olacağını bekliyordun ki?" Hayır hayır ona bunları söylemeye hakkı yoktu onun gidişiyle başlamıştı her şey fakat sırtında giderken onu ittirdiği soğuk duvarın sızısını hissederken bunu ona söyleyebilecek cesareti bulamıyordu. "Akıl hastanesinden aradılar numaramı nereden bulmuşlarsa." Tükürürcesine sarf ettiği kelimeler ortamı buz gibi kesiyordu. "Annen" sustu biraz sanki cümlenin devamını nasıl söylerse genç kızın canının daha çok yanacağını tartıyordu. "Ölmüş." Ölmüş ölmüş ölmüş anne ölmüş, canavar ölmüş. Sarsılan bedeni artık onu ayakta tutabilmek için daha fazla direniyordu.
"Birkaç gün önce ziyaretine gittiğini söylediler. Artık ne söylediysen zaten kötüyken iyice kesilmiş yemeden içmeden. Yemekte gelen bıçakla kesmiş bileklerini." O kadar kolay söylüyordu ki bunları sanki çok sıradan bir şeymiş gibi umursamazca bir çırpıda söylemişti. Kızın ayakta duramayan bedenini dahi zerre umursamadan devam etti. "Ne dedin de öldürdü kendini he? Cevap versene. Beni de mi öldüreceksin yoksa? Gerçi sesine dahi tahammülüm yok. Konuşma. Ellerinde üç kişinin kanı var artık. Sen yaptığı hataların sorumluluğunu almayan bir ahmaksın. Sen bir katilsin. Buraya gelmeye dahi hakkın yok. Ben şimdi gidiyorum sakın tekrar ayaklarıma dolanayım deme. Kurtulamadım gitti." Arkasını döndü ve dik omuzlarını zerre eğmeden sert adımlara uzaklaştı oradan.
Ölüm tekrar çalmıştı kapısını. Yabancı olmadığı bedene tereddütsüzce girmiş zehrini ortalığa saçmıştı. Ellerini kulaklarına götürdü attığı tiz çığlıkla düştü dizlerinin üzerine. Haykırırcasına ağlarken adamın söylediği düşünceler birer birer zihnine akın ediyordu. Onun yüzünden mi ölmüştü gerçekten? Giderken de kırmızıya konuktu yine. Acılı bir ölüm tercih etmişti. Ölüme yaklaşırken pişman olup ölmemek için çırpınmış mıydı? Dedikleri ağrına gittiği için mi kıymıştı canına? Nazenin hanım bu basit ölümü kendine yakıştıracak biri değildi. Öylesine mi pişmanlık duymuştu yaptığından da çabucak gitmek istemişti. Katil katil...diye fısıldıyordu zihnindeki tilkiler. Katildi. Onun ölümüne sebep olmuştu. Peki ya kardeşleri? Onları ölümünün sorumluluğu da mı ondaydı, sahiden hata mı yapmıştı onları aynı evde tutarken? Düşüncesi dahi ruhunun bedeninden tekrar tekrar sökülmesine sebep oluyordu.
Birazcık mutluluk yine kursağında kalmış ve içine attığı acılarla birlikte çıkmıştı dışarı. Halının altına süpürdüğü kötü anılar gün yüzüne çıkmış. Az da olsa gerçeklikten soyutlanan zihni tekrar gerçekliğin tokadını yüzüne vurmuştu. O mutluluğu ürkütmüştü yine, kaçmıştı işte gitmişti. Ona yine çok görülmüştü iki günlük mutluluğu. Kimsenin hayatını kirletmeye hakkı yoktu kirli elleriyle. Tekrar katrana batıyordu ve bu kez kimseyi beraberinde sürüklemeye niyeti yoktu.
Cenin pozisyonu aldı yine iki mezarın arasında. Gözyaşları boşalıyordu sağanak bir yağmurdan hallice. O an unutmak istedi her şeyi. Hiç gelmemeyi hiç görmemeyi diledi bugün onu. Kilitli kapının ardındaki acılar yine serilmişti işte ortaya. Artık onları tekrar kilitleyecek gücü yoktu o yüzden kabullenmeyi seçti. O bu acıya layık görülmüş küçük bir kız çocuğuydu. Nereye giderse gitsin kurtulamayacaktı acının hain pençesinden.
&&&
Görüşmek üzere :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRUZE
Dla nastolatkówKollarında bir demet narin kasımpatıyı taşımak gibiydi bu, Kucağındaki bedene incitmekten çok uzak bir dokunuşla tutunmaya devam ederken fısıldadığı tek cümle fütursuzca zihnini işgal ediyordu; "Yoksan, yokum..." Tamamen şahsıma ait bir kurgudur. H...