Mucizelere inanmak bir umuda tünemektir bir kuş misali. Olmayacağını bile bile hayallerini eriştirmek gökyüzüne. Sahi kim bilebilirdi ki yaşayacağımız gerçeklerin hayalleri imrendirmeyeceğini. Asla olmaz dediğimiz umutlar, bir sihirli değneğin değmesiyle avucumuzda filizlenebilirdi.
Genç kız hayatını sadece o mezarlığa ve orada yatan küçük kardeşlerini korumaya adamıştı bir zamanlar. Kimseye ilişmeden büyük bir arayıştaydı huzuru. Fakat o sihirli değnek onun da hayatına dokunmuş Vefa'yı bahşetmişti ona. Mutfakta ona yemek hazırlayan güzel adam. O ise salonda kedisi ve dostu Asım ile keyifle oturuyordu. Elinde ise yine Vefa'nın ona oyalanması için aldığı örgü ipi ve şişler vardı. "Bana da bir bere yaparsın artık değil mi? Zeytin resmen bana nispet ediyor." Asım'ın kedinin üzerindeki ufak yeleğe bakarak kurduğu cümle Firuze'yi gülümsetmişti. "Yaparım tabii ki." O sırada Vefa salonun kapısından kafasını çıkararak "Kim kime ne yapıyormuş bakalım?" Asım sırıtarak cevapladı "Firuze bana bere yapacak da onu konuşuyoruz." Vefa abisine sahte bir sinirle baktı "Önce bana örecek lütfen sıraya girelim." Dedi ve sinsice sırıtarak mutfağa döndü. Çok geçmeden de yemeğin hazır olduğunu belirten sesi duyuldu. Asım sandalyesini mutfağa doğru sürerken "Ulan sıramızı bir kediye kaptırdık iyi mi" diye söyleniyordu. Firuze yine gülümseyerek onu takip etti.
Yemekten sonra Asım ilaçlarını içip odasına çekilirken. Vefa ve Firuze ise salonun geniş koltuğunda yan yana oturuyorlardı. Vefa merakla izliyordu genç kızı örgüsünü örerken. "Nereden öğrendin örgü örmeyi?" Merakla sorduğu soruyu cevapladı Firuze. "Mahalledeki komşulardan öğrendim birkaç kez izleyerek. Kızlara örüyordum atkı, bere elimden ne gelirse. Gerçi pek haz etmezlerdi onları sıkı sıkı giydirmemden ama hastalanmalarını istemiyordum." Cümlesinin sonuna doğru iyice kırıldı sesi "Zaten pek dışarıya da çıkmazlardı ama ev...soğuktu." Böyle olmamalıydı aslında her genç kız gibi ona da annesi örmeliydi, öğretmeliydi bunu. Ama bu da bütün hayaller gibi kardeşlerine anlattığı masalların bir köşesini süslüyordu yalnızca. "Ben de örmek istiyorum bana öğretir misin?" Firuze genç adamın sorusuyla şaşırmıştı "Gerçekten mi?" Genç adamın hevesle başını salladığını görünce bir şiş ve ip de ona vererek elinden geldiğince anlatmaya başladı. Vefa ara ara yapamayacağım diyor, bazen şişleri bırakıp kaçıyordu fakat Firuze sıkılmadan usanmadan saatlerce anlattı ve öğretmeye başladı. Saat gece yarısına yaklaştığında az da olsa bir şeyler öğrenmeye başlamıştı. Vefa Firuze'nin esnediğini görünce ısrar ederek onu odasına gönderdi. Ve denemeye devam etti.
Sabah olduğunda kahvaltıdan sonra ikili yine mezarlığa gitmek üzere yola çıktılar Vefa bugün izinliydi. Firuze Vefa'nın gözlerinden uyku aktığını görebiliyordu. Kendisi de uyumamıştı ama o alışkın olduğundan belli etmiyordu. "Vefa. Sen dün gece uyumadın mı?" Vefa uykulu halinden genç kızın sesiyle uzaklaştı. "Yok hayır uyudum ama yetmemiş anlaşılan. Ama iyiyim hem de çok." Cümlesinin sonundaki zarif gülümseme Firuze'yi ikna etmeye yetmişti. Mezarlık ziyaretinin ardından soğuğa rağmen genç kızın isteği üzerine sahile gidip her zamanki banklarına oturdular. "Burayı seviyorum. Denizin dalgalarını seviyorum. Tıpkı benim gibi olduğu yere sığmıyor çırpınırcasına sahile vuruyor hırçın dalgalarını. Ben de sığamıyordum hiçbir yere Vefa kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum. Gülmekten korkuyordum mutluluk yüreğimin girişinden geri döner diye. Fakat sen hayatımda olduğun sürece gülümsemeden de edemeyeceğim sanırım. Sen...beni gülümsetiyorsun ve bana bahşettiğin tüm bu yabancı hisler artık yerimi bulduğumu fısıldıyor zihnime."
Başını genç adamın omzuna yasladı. "Benim yerim burasıymış gibi hissediyorum. Başım hep omzunda olmalıymış gibi." Vefa o an Firuze hiç susmasın bir bülbül gibi şakısın istedi. Genç kızın elini alarak onunla her baş başa oldukları zamanki gibi heyecanla göğüs duvarına çarpan kalbinin üzerine yerleştirdi. "Senin yanındayken hep böyle atıyor biliyor musun? Ben de en az senin kadar yabancıyım bu duygulara Firuze. Birlikte öreneceğiz sevmeyi ve sevilmeyi. Senin yerin burası. Her türlü hükmün geçer üzeri tozlanmış kalbimde zira onu yeşertmeyi başaran da sensin."
İkili bir süre sessizce denizi seyrettiler ve neredeyse aynı anda akıllarına gelen şeyle yanlarında getirdikleri poşetleri aldılar. İkisi de birbirinin elindeki poşete merakla bakarken aynı anda "Bunu sana yaptım." "Bunu senin için ördüm." Dediler ve saniyelik bir bakışmanın ardından ikisi de gülümsemeye başladı. Poşetleri birbirlerine verdiler. İkisi de dün gece uyumamış birbirleri için yapmışlardı bunları. Vefa Firuze'ye haki yeşili bir atkı örmüştü. Atkının bir çok yerinde genç adamın acemiliğinin vermiş olduğu ufak problemler olsa da bu atkı Firuze'nin gözünde dünyanın en güzel atkısıydı o an. Firuze de Vefa'ya kırmızı bir bere örmüştü. Onda olan kırmızı bereyle takım olsun birlikte taksınlar istemişti. Kırmızıyı seçmesinde Vefa'ya artık kırmızıya tahammül edebildiğini kanıtlama düşüncesi de vardı tabii. Hediyelerini birbirlerine adeta nefeslerini tutarak giydirdiler. Bu esnada yakınlaşan yüzleriyle birbirlerinin gözlerine baktılar uzun uzun. Kelimelere ihtiyaç yoktu en derin, en içten teşekkürleri ettiler birbirlerine gözden göze.
Hayat dalgalı bir denizdi elbet sallantılar, düşüşler, kalkışlar oluyordu. Fakat asıl önemli olan dalgaları kendi lehine çevirerek yelkenlinin denizin dalgalarında batmadan ilerlemesini sağlamaktı. Başımıza gelen her şey bizim için bir fırsata dönüştürülebilir. Hatta bizlere asla yapmam dediğimiz şeyleri bile bir cesaretle yaptırabilir. Kırmızıyı sevmek gibi...
&&&
Yıldıza dokunmayı unutmayalım. Çokça sevgiii :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRUZE
Novela JuvenilKollarında bir demet narin kasımpatıyı taşımak gibiydi bu, Kucağındaki bedene incitmekten çok uzak bir dokunuşla tutunmaya devam ederken fısıldadığı tek cümle fütursuzca zihnini işgal ediyordu; "Yoksan, yokum..." Tamamen şahsıma ait bir kurgudur. H...