3 yıl sonra, Vefa'dan...
Küçükken bizlere anlatılan masallarda kahramanların serüveni daima mutlu sonla taçlandırılırdı. Büyüdükçe gerçek hayatla büyütüldüğümüz masalların arasındaki derin uçurumu fark eder olduk. İyilerin bir şekilde kazandığı masallar gerçek hayattaki kötüler tarafından katledilir oldu.
Neyse ki bazılarımızın dikenler üzerinde yürümekle mükellef olduğu yaşam denilen kesin bıçak, masalların sahteliğini benimsemeye teşvik ediyordu biz insanoğlunu. Büyük bir beklentiyle getirildiğim dünyada bunca hiçliğin içine itileceğimi, mutluluğun boğazıma bir yumru misali oturacağını nereden bilebilirdim ki?
Ağabeyimin kazası ve annemin amansız bir hastalığın pençesine düşüşü ciddiyetini kavrayamadığım hayatın yüzüme attığı acılı bir tokattı. İsyanımı mutluluğumla eş ettim boğazımda, var olan her şeyi yutkunarak kabullendim. Çabalarım annemi hayatta tutmaya yetmediğinde suçu yine de yüklemedim naçiz bedenime. Yaşanılması gerekenler yaşanılmıyor muydu zaten, boşa olmayacak mıydı isyan edişlerim?
Parmak uçlarımla tutunduğum hayatın dikenleri elime battı diye yaşamayı sevmeyecek değildim ya! İsyanımı dudaklarımın ucunda katlettim lakin yine de tüm bunların ardından yaşamımı kendim için sürdürmeyeceğimi biliyordum. Tekerlekli sandalyeye mahkûm olan ağabeyimin gözlerindeki ışığı diri tutabilmek için hiç düşünmeden yaktım benliğimi. Ona iyi gelebilmek ümidiyle sahte mutlulukları mesken etti yorgun kalbim.
Hayatım artık tekdüze bir hal almışken göklerdeki ulu yüce hayatımı cılız bir ışıltıyla aydınlattı. Annemi ziyaret edişimde kabristanın tenhasında gördüm bir küçük kız çocuğunu... Harap hali bir yana dursun katran gözlerindeki kor alevler o gece onu orada görmemin bir işaret olduğunu bildiriyordu.
Sarılarım onun geceyi kıskandıran kara gözleriyle buluştuğunda gözlerimdeki gündüze gece karıştı. İşte o vakit ilk kez geceyi sevdin onun gözlerinde. Korkak fakat bir o kadar da endişeli gözlerle beni süzdüğünde zihninde dolanan tüm düşünceleri işitebilmek ihtiyacıyla kavruldum.
'Anne, küçük bir kız çocuğu sızdı koca oğlunun ruhuna. Yokluğunun sızısını dindirir mi dersin?' Bir çocuk gibi annemin toprağına anlattım küçük kadınımı. Annesinden yaralı diye demedim ona annemle konuştuklarımı. Bilirdim çünkü benden gülüşünü esirgemezdi ama yine de acırdı canı. Aramıza giren tek giz buydu sahi, başka hiçbir kelamı esirgemedim güzelimden.
Acısını gömdüğü topraktan alıp avuçlarıma bıraktığında, bana yüreğindeki yangını anlattığında o küçük bedenine rağmen üstlendiği yaşama her defasında hayret ettim. Çok da gurur duydum onunla zihninde ona karşı kurulmuş tuzaklara olabildiğince gayretle dayandığı için.
Kısacık yaşamında yaşadığı her bir sızı için öptüm o güzel gözlerini. Öncesinde olan eksikliğimi giderebilmek için sıkıca tuttum ellerini. O güne kadar varlığını korumuş aşkımı sevgi yumağında şefkatle akıttım yüreğimden. Onunla geçirdiğim kelebek ömrü kadar olan sürede yaşadıklarımın mükâfatıyla taçlandırıldığıma emindim.
Saçlarını okşarken, işte o vakitler; küçük bir kız çocuğuna dönüyor ve yavaşça siniyordu göğsüme. Uykuya dalıncaya kadar kısacık asi saçları arasında rahat hareketlerle dolaştırıyordum parmak uçlarımı. Şimdilerde boş kalan göğsüm, bir vakitler bir kelebeğin yuvasıydı.
Onu çevresinden gelecek her türlü zarardan korurdum lakin zihninde dönen oyunların önüne geçmeye yetmemişti gücüm. Binlerce gözyaşı damlası gölgesinde yeşerttiğim gülümseyişi gözlerimin önünde günden güne erirken yaşadığım acı beni kambur bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRUZE
Teen FictionKollarında bir demet narin kasımpatıyı taşımak gibiydi bu, Kucağındaki bedene incitmekten çok uzak bir dokunuşla tutunmaya devam ederken fısıldadığı tek cümle fütursuzca zihnini işgal ediyordu; "Yoksan, yokum..." Tamamen şahsıma ait bir kurgudur. H...