Genç adam eve geldiğinde endişeli ve meraklı gözlerle ona bakıp bir şeyler söylemesini bekleyen ağabeyine cevap vermeden odasına girdi. Arkasından sorular soran ağabeyini duymuyordu bile. Odaya girdiğinde hırsla masada duran kitapları yerlere attı. "Hayır. Allah kahretsin bakamadım ona. Allah kahretsin.." gibi söylemler eşliğinde kendisini oradan oraya vuruyor, etrafta gördüğü ne varsa yerlere atıyor, kırıp döküyordu.
Asım endişeyle kapıyı itti ve sandalyesini kullanarak içeriye girdi. Vefa öyle ki gözü hiçbir şey görmeden hırsla söylenerek etrafı dağıtmaya devam ediyordu. "Vefa. Kendine gel aslanım. Ne oldu söyle bana." Vefa gücü tükenmiş gibi yere çöktüğünde sildiği gözyaşlarına bir yenisi ekleniyordu. Ağabeyinin sorusunu cevapsız bıraktığında Asım korkarak "V-vefa konuşsana. Yoksa bir şey mi oldu Firuze'ye?" Vefa duyduğu soruyla hızla başını kaldırdı ve "Hayır, iyi. Bir şey olmayacak, izin vermeyeceğim."
Asım rahatlamış bir ifadeyle nefesini verdi. "Öyleyse ne bu halin? Anlatsana şunu doğru dürüst!" Vefa'nın bu hali onu da çok endişelendirmişti. "Çok hastaymış ağabey, çok hastaymış. Beni unutacak mı bunu bile bilmiyorum. Çok geç kaldım ahmak gibi kabullenemedim. Daha erken götürseydim b-belki..." Asım kardeşinin kendisini suçladığını fark ettiğinde hızla kesti cümlesini "Hayır Vefa öyle düşünme. Bu çok zor bir karardı ve senin yerinde kim olsa bu şekilde kabullenmekte güçlük çekerdi. Kendini suçlama. Önemli olan bundan sonra onun yanında olduğunu hissettirmek."
"Zayıflamış, yüzü çökmüş sanki. Dermanı yoktu hiçbir şeye. Onu orada bırakıp gelirken bir parçamı da onunla beraber o hastanenin bir odasına kapatıp çıktım sanki." Farkında değildi belki ama kendisinin de hiçbir şeye dermanı yoktu. Çok geçmeden çöktüğü yerde yan uzanarak cenin pozisyonu aldı ve uykusuzluktan harap olmuş bedeni oracıkta uykunun kollarına atıldı.
Bedeni uykusuzluktan öyle bitap düşmüştü ki tüm akşamı uyuyarak geçirmiş, anca sabahın erken saatlerinde uyanabilmişti. Başının altındaki yastık ve üzerindeki pike ağabeyinin işaretleriydi. Sırt üstü uzanarak tavanı seyrederken son birkaç haftadır yaşadıklarını gözden geçirdi. Kader keskin ağlarını üzerlerine örmüş, acılardan yaptığı kozalara da bu iki aciz bedeni yerleştirmişti. Dayanacak gücü kendisine bulamadığını fark ettiğinde o çok sevdiği katran gözleri getirdi zihninin perdesine. Hayat denen tiyatronun sahnelenmiş en güzel parçasıydı sanki. Ve aklına gelenle hemen yerinden kalktı. Önce kabristana gidecekti ayrıca denizini bekleyen küçük kızına deniz alacaktı daha.
Elindekileri sıkıca tutmaya çalışarak odanın gıcırtılı kapısını araladı. Camın önünde sırtı kapıya dönük genç kadın kollarını kendisine sarmış öylece dışarıyı seyrediyordu. Kapının sesini duyduğunda omzunun üzerinden başını arkasına döndü. Birkaç saniye duraksasa da ardından inci dişlerini göstererek kocaman bir gülümsemeye yer verdi dudaklarında. "Geldin." Vefa açtığı kapıyı usulca kapatırken "Geldim. Sana biraz deniz getirdim." Elindeki küçük fanusu göstererek söylediği cümle genç kadını heyecanlandırmıştı. Hızla yaklaşarak oval akvaryumu ellerinin arasına kaldı. Dudaklarındaki gülümseme hala bakiydi.
Akvaryumun içinde deniz suyu ve narçiçeği renginde bir mercan bulunuyordu. Genç kadın kucağındaki fanusla yatağının üzerine oturdu ve yaklaşarak daha da yakından inceledi. Vefa onu takip ederek yanına oturdu ve cebinden çıkardığı küçük keseyi avucuna aldı. Gözleri keseye genç kalan kız "Bu nedir?" dediğinde Vefa fanusu ellerinden aldı ve açması için keseyi ona uzattı. Heyecanla keseyi açan genç kadın ters çevirerek içindekilerin yatağın üzerine serpilmesini sağladı. "Deniz kabukları!" Neşeyle şakırdayan sesi Vefa'nın dudaklarının kıvrılmasına sebep olmuştu. "Deniz kabuksuz deniz olmaz diye düşündüm. İstediğin gibi yerleştirebilirsin." Ona küçük balıklar getirmeyi de aklının bir kenarına not etmişti.
Firuze heyecanla deniz kabuklarını inceliyor, ve fanusun içerisine zevkine göre diziyordu. Bitirdiğinde fanusu başucundaki komodinin üzerine yerleştirdi. Bu sırada Vefa cama yaklaşarak önündeki kasımpatılara baktı. "İyi bakıyor musun onlara?" Genç adamın sorusuyla Firuze ona yaklaştı ve elini tutarak ince parmaklarını onun parmaklarına geçirdi. "Onları sen getirdin bana, nasıl iyi bakmam?" Vefa elinden hafifçe kendisine doğru çekerek saçlarının üzerine ufak bir öpücük bıraktı. "Biraz bahçeye çıkmak ister misin?"
Bahçenin iki yanı da yeşillikler içinde olan yolunda el ele ilerlerken genç kadın temiz havayı iyice soluyordu. "Bu havadan biraz cebime koyup götürmek isterdim. Odadaki cam ufacık yetmiyor sanki." Vefa kolunu kaldırarak genç kadını kolunun altına aldı. "Ben sana deniz getirmiş bir adamım. Gerekirse temiz hava da getiririm." Firuze kıkırdayarak genç adamın göğsüne iyice sindi. Yapardı çünkü biliyordu.
Büyük bir ağacın altındaki banka yan yana oturdular. "Annem geldi dün. Kızdı bana neden evde değilsin kızlar başıma kaldı diye." Cümlesi Vefa'nın yüreğinin sıkışmasına sebep oldu. Yine kaybediyordu kendini. Hani iyi olacaktı? Ne diyecekti şimdi o gerçek değil hayal görüyorsun mu? Aklı karışan Firuze biraz sustu ardından yeni aklına gelmiş gibi "Kabristana onları görmeye gidiyor musun?" Vefa genç kadının hatırlamasına sevindi ve yerinde dikleşerek heyecanla cevapladı. "Evet her gün gidiyorum söz verdiğim gibi."
Firuze'nin bakışları karşıya odaklanarak dondu. Vefa genç kızın donukluğunu fark ettiğinde nazikçe bacağına dokunarak "Güzelim?" diye seslendi. Genç kadın silkelenerek kendisine geldikten sonra endişelenmiş yüz ifadesiyle "Kabristana neden gidiyorsun ki Vefa, biri mi öldü?" diye sordu. Vefa gözlerini sıkıca kapatıp kendisine birkaç saniye müsaade verdikten sonra. "Hayır. Hiç kimse ölmedi." Dedi hep yaptığı gibi.
Vefa yan dönerek kadının dizlerinin üzerine başını yerleştirdi ve uzandı. Firuze'nin bir eli hemen yerini yadırgamaz şekilde adamın saçlarını buldu ve nazikçe okşadı. Birkaç dakika sessizce durduktan sonra Vefa Firuze'ye baktığında boşta olan eliyle sanki az ileride görmek istemediği biri varmış gibi gitmesi yönünde işaret yapıyordu. Adam genç kızın odaklandığı yere baktığında hiç kimse olmadığını gördüğünde artık ciğerlerine dar gelen nefesi hafifçe dışarıya verdi.
"Özür dilerim." Diye mırıldandığında Firuze tamamen ona odaklanarak "Hım?" diye bir tepki verdi. Vefa "Hiç." Diyerek geçiştirdiğinde genç kadın hiç oralı olmayarak gülümsemesiyle elbisesinin ucundaki pilelerle oynamaya devam etti. Ardından başını heyecanla kaldırarak "Vefa. Hani biz dün parka gittik ya. Sen beni salladın ben hızlandıkça daha da yukarı diye bağırıyordum sana. Sen beni neden daha hızla sallamadın, düşerim diye mi korktun?"
Ne dün parka gitmiş, ne de o salıncağa binmişti halbuki. Zihninin ona oynadığı oyunlar her zaman tedaviden bir adım ileride oluyordu. Yine de üzmedi onu. Parka gitmedik diyemedi. "Evet güzelim. Düşme diye hızlı sallamadım seni." Firuze mırıldanarak dizlerinin üzerindeki adama doğru eğildi. "Düşersem üzülürsün değil mi Vefa?" Bu seferki sorunun cevabı için çok düşünmeye lüzum yoktu. Başını üzerine doğru eğilmiş kadının yüzüne doğru döndü ve küçük burnuna varla yok arası bir buse kondurdu. "Evet. Çok üzülürüm. Kendim düşmüşüm gibi acır canım."
&&&
Güzel kalbinden öpüyorum Vefa.
Yarın görüşebilmek dileğiyle. Çokça sevgii :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRUZE
Teen FictionKollarında bir demet narin kasımpatıyı taşımak gibiydi bu, Kucağındaki bedene incitmekten çok uzak bir dokunuşla tutunmaya devam ederken fısıldadığı tek cümle fütursuzca zihnini işgal ediyordu; "Yoksan, yokum..." Tamamen şahsıma ait bir kurgudur. H...