Huzur kişiden kişiye değişebilen, birçok kalıba sığabilen bir tanım bana göre.
Sahil kenarında oturmak, yeşillikler içinde yürüş yapmak, müzik dinlemek, arkadaş grubunla takılmak, dizi/film izlemek, yemek yemek, yemek yapmak ve daha nicesi kişinin kendince huzur tanımı olabilir.Benim için huzur kahve ve uykuydu.
Uyumak çok büyük bir lütuf, paha biçilmez bir hazineydi benim için.
Dinleniyordum, baş ağrıtan şeylerden uzaklaşıyordum, her gün beynimde konuşup duran şeyler kayboluyordu. Ve en sevdiğim, rüya görüyordum.
Bambaşka bir dünya ve her seferinde birbirinden farklı şeyler...Fakat benim bu uyku sevdam keskin bir ağrıyla sabahın erken saatlerinde kesilmişti.
Odaya perdenin aralığından ışık hüzmeleri vururken Ali'nin üzerimdeki koluyla ağlamamaya çalışıyordum.
Gece yatağın en solunda uyurken ne ara ortasına gelmiştim, Ali ne ara kolunu belime sarmıştı bilmiyordum.
Kolu ağırlık yapıyor, eli yaraya baskı yapıyordu ve yaranın ağrımasına sebep oluyordu."Ali."
Tepki vermeden uyumaya devam ediyordu.
Sol kolum kolunun altında kaldığı için çıkartamıyordum. Sağ kolumu yorganın altından çıkartıp kolunu itmeye çalıştım ama hem yaraya daha fazla baskı yapmasına sebep olmuştum hem de kaldıramamıştım.Bu adam hani uyuyamıyordu kızım davar gibi uyuyor şimdi?!
Ne bileyim iç ses! Canım acıyor zaten!
"Ali!"
Yine uyanmazken biraz kıpırdandı. Daha sonra belime sarılı koluyla beni kendine çekti.
O an öyle bir acıdı ki canım! Nefesim kesilirken acıyla inledim. Gözlerimden birkaç damla yaş akarken kolunu cimcikledim.
"Ali...!"
Dişlerimin arasından inleyerek adını seslenmemle sonunda uyandırabilmiştim onu."Ne oluyor?"
Uykulu sesiyle olayları algılayamazken gözleri dolu gözlerimle buluşunca önce şaşırdı. Ardından hemen olduğu yerde doğruldu. Derin bir nefes alabildim sonunda.
"Elif?! Ne oldu neyin var? Canın mı acıyor?!"
Endişeli sesiyle çatık kaşlarımla ona baktım.
"Ne diye ahtapot gibi sarılıyorsun sen?!"
"Ne?"
"Sarılıyorsun diyorum. Yaraya baskı yaptın. Canım acıyor hala."
Gözlerinden geçen pişmanlık izleriyle dudaklarını bibirine bastırdı ve üzerimdeki yorganı kaldırdı.
Sessizce oturduğu yerden kalktı.
"Üzerini çıkart."
Başka bir şey söylemeden yataktan kalktı ve odadaki diğer kapıya doğru ilerledi.
İlerlerken kendi kendine söyleniyordu.
"Kırk yılın başı uyuyasın tuttu anasını satayım!"Demek istediğini çok anlamadım. Çok da üzerinde durmadım.
Onun dediğinin aksine üzerimi çıkartmayıp gözlerimi sıkıp acının dinmesini bekledim.
Çok geçmeden Ali'nin sesiyle gözlerimi açtım.
"Üzerini çıkart demiştim."
Elindeki ilk yardım çantasını yatağın kenarına koyup ayakta durarak bana bakmaya başladı.
"Nedenmiş o?"
Çatık kaşlarımla sorduğum soruya gözleriyle ilk yardım çantasını işaret etti.
"Pansuman yapacağım."
"Üstümü çıkartmasam olmuyor mu?"Utanacak zamanı mı buldun kızım? Gece adamın koynunda yatıyordun.
Sen çok biliyorsun!
"Elif, hadi."
Ali'nin ikazıyla isteksizce yerimde hafifçe doğrulup üzerimdeki tişörtü çıkarttım.
Gözlerini gözlerimden çekmeden üzerimdeki yorganı ayak ucuma kadar itti.
Utancımdan kızardığımı hissedebiliyordum ama gözlerini gözlerimden çekmiyor oluşu güven veriyordu.
"Bu tarafa yaklaş biraz."
Hafifçe ona doğru kaydım.
Ayırmadığı gözlerimizi ilk yardım çantasını açmak için ayırdı. Çantayı açıp içinden gerekli malzemeleri aldı.
Gözleri direkt sargının olduğu yaraya dönerken sessizce sargıyı çıkartıp pansuman yaptı.
Pansuman yaptıktan sonra bakışları yaranın biraz altında, kalça kemiğimim başladığı yerde bulunan ize takıldı. Çatılan kaşlarıyla iki parmağıyla hafifçe dokundu. Dokunuşuyla huylanarak kıpırdandım.
Gözlerini gözlerime çıkardı.
"Bu iz ne?"
Gözlerimi kaçırdım.
"Eski bir yara izi."
Bir süre sessizce yüzüme baktı. Ardından aynı sessizlikle odadan çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zemheri
Teen FictionKar kış, kıyamet. Her yer soğuk. Kar fırtınası devam ederken az ileride küçük bir ışık kaynağı dikkatimi çekti. Yavaşça ona doğru adım atmaya başladım. Ben ona yaklaştıkça ben küçülüyordum o ise büyüyordu. Her yer soğuk ve karlıyken onun olduğu yer...