Kimisi için özgürlüğü, kimisi için kelepçeyi; kimisi için beyazlar içinde sevdiğine kavuşmayı, kimisi için beyazlar içinde yaşayan bir ölü olmayı simgeliyordu bu küçük şey.
Mutlu olanların yanında buna sahip olduğu için nefret edenler de vardı. Buna sahip olduğu güne lanet edenler, kurtulmak için gün sayanlar vardı.
Peki ya ben?
Ben iki kesime de girmiyordum.
Ben tam ortada, parmağına taktığı yüzük hiçbir anlam ifade etmeyen biriydim sadece.
Benim için küçük bir aksesuardan ibaretti, fazlasını düşünemiyordun.Kahvaltı masasında Ali, Neriman teyze ve ben oturmuş sözde kahvaltı ediyorduk. Ali ciddi yüz ifadesiyle bilgisayardan bir şeyler yaparken ben hiçbir şey yemeden öylece etrafı inceliyordum.
Şimdi de gözüm dün akşam takılan yüzüğe dalmıştı. Güzel ve zarif bir tek taştı ama ilgimi çekemiyordu. Bir anlam ifade etmiyordu benim için.
Acaba Ali için nasıl bir anlam ifade ediyordu? Ya da ona da benim gibi anlamsız mı geliyordu?Düşüncelerimle parmağımda gezen gözlerim hemen karşımdaki adama döndü. Bir süredir bana karşı gösterdiği yumuşak yüz ifadesinden eser yoktu. Kaşları çatık, dudakları düz bir çizgi halinde bilgisayarın ekranına bakıyordu.
Sert çehresiyle uyumlu koyu gözleri ve koyu saçları onu hem daha sert hem de daha gizemli yapıyordu. Hafifçe uzamış kirli sakalı ona yakışıyordu. Daha yakışıklı duruyordu.
Bilgisayarın klavyesinde hızlı hareketlerle gezen uzun parmakları çok hoştu. Elleri çok güzeldi.Parmakları bir an için yavaşladı. Sabah Neriman teyzeden ayılmak için istediği kahve bardağına gitti eli. Parmaklarının arasına alıp gözlerini ekrandan çevirmeden dudaklarına götürdü.
Bakışlarım gözlerinden dudaklarına kayarken istemsizce elim dudaklarıma gitti.
Beni öpmüştü, değil mi?
Uzun bir öpücük değildi ama sonuçta bir öpücüktü.İlk öpücüğündü.
Ah evet, bir de o vardı tabii.
Ali'nin bakışları onu izlediğimi fark etmiş gibi bir anda gözlerimi buldu. Çatık kaşları normal halini alırken elindeki bardağı masaya bıraktı. Bakışları ve yüz hatları yumuşarken bir şey demeden yüzümü inceledi. Dudaklarımda oyalandı bir süre ardından gözlerime döndü.
O da öpücüğü düşünmüştü, yanan gözlerinden belliydi."Kızım neden yemedin hiçbir şey?"
Bakışmamızı ve düşüncelerimi bölen sesle Neriman teyzeye döndüm.
Hafif sitemli bir yüzle bakarken dudak büktüm.
"Yemek istemiyorum."
"Daha tam iyileşmeden güçsüz düşmek mi istiyorsun? Bir şeyler yemelisin."
Ali'nin sesiyle bu sefer de ona döndüm.
Tabağımdakileri yemediğimi görünce çatılan kaşlarına karşılık ben de çattım kaşlarımı.
İnat değil mi yemeyeceğim işte.
"Sevmiyorum kahvaltı. Hem aç da değilim."
"Elif, ilaç içmen gerek. Aç karna içemezsin ye bir şeyler."
"Bir şey olmaz ben hep aç karna ilaç alıyorum."
"Sonra neden karnın ağrıyor! Ye işte bir şeyler."O direttikçe ben de diretiyordum.
Cevap vermek için ağzımı açtığım sırada Neriman teyze aramıza girdi.
"Çocuklar!"
İkimiz de aynı anda ona döndük.
"Aden kızım, Özgür bey oğlum haklı ilaç içeceksin ye bir şeyler! Oğlum sen de inatlaşma şununla, baksana çocuk gibi seninle inatlaşıyor."
Bana ayıplayan bir bakış atarak söylediğiyle yerimde büzüştüm. Mahcubiyetle yanaklarım yanarken bakışlarımı ikisinden de kaçırdım.Çocuklaşamadım ki ben hiç.
Düşüncelerim ve iç sesim modumu düşürmek için yer ararken kapının çalmasıyla düşüncelerimden kaçabileceğim aralık bir kapı bulmuş oldum. Neriman teyze yerinden kalkmadan ben atladım.
"Ben bakarım!"
Onların bir şey demesine izin vermeden kapıya tabiri caizse uçtum.
Kapıyı açtığımda karşımda Poyraz'ın sırtına atlamış öfkeyle saçlarına asılan bir Bade ve buna gülen bir Poyraz beklemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zemheri
Teen FictionKar kış, kıyamet. Her yer soğuk. Kar fırtınası devam ederken az ileride küçük bir ışık kaynağı dikkatimi çekti. Yavaşça ona doğru adım atmaya başladım. Ben ona yaklaştıkça ben küçülüyordum o ise büyüyordu. Her yer soğuk ve karlıyken onun olduğu yer...