Pendik
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
3. Kat
Onkoloji BölümüOda 321
Gece tüm karanlığı ile çökmüştü yine.
Dışarıya bakan küçük kızın kararmış uçup giden umutları gibi.
Hergün biraz daha kötüleşiyordu, ağzında sürekli aldığı ilaçların tadı vardı. Ne yediği yemeklerin tadını alabiliyordu nede içeceklerin.
Herşeye çok çabuk sinirlenen ve hemen küsen bir çocuk olmuştu. Penceredeki kendi görüntüsüne bakınca, kalbini bir huzursuzluk kaplamış, daha bir içine kapanmıştı.
Aldığı ilaçlardan ve gördüğü tedaviden dolayı simsiyah, uzun ve dalgalı saçları dökülmüş. Kaşlarıda yok denecek kadar azalmıştı.
Eda'nın anne ve babası yoktu, onları hiç tanıyamamıştı. Sadece kendisini çok seven, bir dediğini iki etmeyen Serdar babası vardı.
Eda, daha çok küçük bir bebek iken bir cami avlusuna terk edilmişti.
Kendisini, camiye namaz kılmaya gelmiş olan yaşlıca bir adam bulmuştu ve doğruca polis karakoluna götürmüştü.
Karakol amiri Komiser Serdar Doğan, bebeği görür görmez çok sevmişti.
Beyaz tenli, zeytin gözlü ve güleç bir bebekti. Güzel bir edası vardı, bu yüzden karakolda bebeğe "Eda" adını vermişlerdi.
Bütün aramalara rağmen ailesi bulunamayınca, bebeği Çocuk Esirgeme Kurumu'na vermişlerdi.
Bebeği bizzat Komiser Serdar götürmüştü.
Hiç evlenmeyen ve çocuğu olmayan Komiser, Eda'ya çok bağlanmıştı.Her hafta mutlaka kendisini ziyaret ediyor ve sürekli kontrol ediyordu.
Çocuk sevgisini Eda ile gidermişti. Sanki öz çocuğuymuş gibi onu benimsemişti.
Sonraki yıllarda sevgisi tutkuya dönüşmüştü.
Eda dört yaşına geldiğinde, simsiyah dalgalı saçları, zeytin karası gözleri ve pamuk gibi bembeyaz teni ile çok güzel bir çocuk olmuştu.Komiserin yoğun ilgisi sayesinde şımarık ve söz dinlemeyen, fakat aynı zamanda şirin bir kız olmuştu.
Kız Kulesi çocuk yurdundaki diğer çocuklar, kendisini kıskanıyorlar ama şirinliği ve tatlı dilliliğinden dolayı seviyorlardı.
Bazı günler özellikle hafta sonları yurttan izin alarak günlerini dışarıda gezerek eğlenerek geçiriyorlardı.
Birbirlerini çok seviyorlardı. Eda, baba sevgisini Komiser Serdar'da bulmuştu. Serdar baba onun için herşeydi.
Bu arada Komiser Serdar terfi ederek Başkomiser olmuş, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne atanmış ve Cinayet masası bölüm amiri olmuştu.
Çoğu günler mesai saatleri dışında çalışmak zorunda kalabiliyordu, birkaç defa söz vermesine rağmen işlerindeki yoğunluktan dolayı Eda'ya uğrayamamıştı.
Altıncı doğum gününü kutlamalarının birkaç hafta sonrasında Eda'da bazı değişiklikler olmaya başlamıştı.
O yaramaz ele avuca sığmayan tatlı kız gitmiş, yerine durgun, konuşmayan ve devamlı halsiz bir kız gelmişti.
Birgün beraber yemeğe çıktıklarında Başkomiser Serdar ;
- " Ne oldu kızım, neyin var? " diye sormuştu.
- " Bilmiyorum Serdar baba, çok yorgun hissediyorum. Hep uykum var, bende anlamadım." demişti Eda.
Bir doktor arkadaşına durumu açıklayınca, bazı çocukların sadece ilgi çekebilmek için böyle davranabildiğini söylemişti.
O sıralarda Emniyet Müdürlüğü'nde de bazı sıkıntılar vardı. Genel Merkez tarafından sürekli soruşturma ve yer değiştirmeler oluyordu.
Kendisine yakın birçok adamı farklı illere tayin edilmişti.
Bunlardan Komiser Serkan, Hatay Emniyet Müdürlüğü'ne ve Komiser Murat ise Adana'ya tayin edilmişlerdi.
Birgün işlenen bir cinayet vakası üzerine yapılan toplantı sırasında, adamlarına "rahatsız edilmeyelim" talimatı vermesine rağmen telefonu çalmıştı.
- " Rahatsız edilmememi söylemiştim. "
- " Efendim, çok önemli. Yurttan aradılar, size ulaşamayınca bizi aradılar. "
- " Ne oldu, ne istiyorlarmış ?"
- " Efendim. Eda rahatsızlanmış, anında hastahaneye kaldırılmış. Bilgi vermek istemişler."
- " Ne zaman, nasıl olmuş? Hangi hastahaneye kaldırılmış? "
- " Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi."
- " Tamam. " deyip telefonu kapatmıştı.
Aldığı haberden dolayı paniklemişti. Toplantı odasındaki arkadaşlarına dönerek;
- " Arkadaşlar izninizle, çok önemli bir durum var. Toplantıya bensiz devam edin." diyerek hızlı bir şekilde oradan ayrılmıştı.
Hastahaneye vardığında Eda'yı Çocuk Hastalıkları bölümünde bulmuştu.
Servisteki bir yatağa yatmış, etrafa şaşkın şaşkın bakıyordu.
Tahlil yapılabilmesi için kan örneği almışlardı. Sonuçları görmesi için doktoru bekliyorlardı.Çocuk Hastalıkları Bölüm şefi, tahlil sonuçlarını gördükten sonra çocuğun ailesi ile konuşmak için odasına çağırmıştı.
İçeriye giren yurt müdürü ve Başkomiser Serdar meraklı gözlerle doktora bakıyorlardı.
- " Efendim, ben Prof. Dr. Işık . "
- " Başkomiser Serdar. "
- " Kız Kulesi yurt müdürü Mahmut Alp."
- " Size nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum, fakat kızımız maalesef ALL dediğimiz Akut Lenfoblastik lösemi. Bundan sonra itina ile bakılması ve gerekli tedavi için hastahanemizde yatılı olarak kalması gerekiyor. " demişti doktor.
O günden itibaren bir yıl boyunca ilaç tedavisi uygulanmıştı. Bazı günlerde gayet iyi pozitif sonuçlar vermesine rağmen, bazende çok kötü ateşler içinde yandığı, sürekli çıkardığı zamanlarda olmuştu.
Bu süre zarfında doktoru ile çok iyi anlaşmış, doktor da kendisine bir abla ve anne gibi davranmıştı.
En küçük bir sorununu rahatlıkla ona söyleyebilmişti.
Şimdi ise son zamanlarda çok yorgun ve acı dolu günler geçirmişti.
Pencereden karanlığa doğru bakınca, kendisini dışarıdaki parkta yurttaki arkadaşları ile oynarken düşünmüştü.
Çok sevdiği Serdar babası onlara şeker getirmişti. Yemeyeli o kadar uzun zaman olmuştuki neredeyse tadını unutmuştu.
Düşündüklerinin verdiği mutlulukla yavaşça uykuya dalmıştı....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM YOLU
Actionİşine hastalık derecesinde bağlı bir doktor. Suriye'deki iç savaştan kaçan bir baba ve kızı. Onların peşinden gelen ve attıkları her adımı takip eden, öldürmekten bir an olsun çekinmeyen bir ölüm makinesi.