Sağlık Bakanlığından verilen tahlil sonuçları doktor için bir tutku haline dönüşmüştü.
Sürekli yeni yeni yöntemler deneyip sonuca ulaşmak istiyordu. Fakat ne yaparsa yapsın noktayı koyamıyordu. Tahlilde bir şeyler eksikti.
Mikropların polisakkarit ve protein gibi komponentlerine ve yabancı olarak tamamen küçük kimyasallara karşı immün eksikliği nedeniyle savaş veremediğini ve bunun sonucunda bağışıklık sisteminin çöktüğünü gözlemlemişti.
Bütün bu araştırmalarını gizlilik açısından, ya kendisine geç vakitlerde iş çıkararak ya da haftasonları etrafta kimse olmadığı vakitlerde yapıyordu.
Bir defasında az daha çalışma arkadaşlarından birine yakalanıyordu.
Bir tür immünsüprese uygulanmıştı.
Bildiği birkaç ilacı denemişti. Predizon, Sirolimus, Takrolimus ve Siklosperin fakat hiçbiri olmamıştı ve ne tür olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Kendisinin görmediği yeni bir tür olduğu kesindi.Bu arada etrafında garip garip olaylar gelişmeye başlamıştı.
Birgün üniversitedeki laboratuvarda çalışmalarını bitirip odasına girdiğinde bilgisayarının açık olduğunu gördü ama kendisi açmamıştı. Herhalde açık unuttum diye düşündü ama buna da ihtimal vermedi.
Ertesi sabah Ece'ye sorduğunda ;
- " Akşam ben çıkarken kapalıydı, siz de laboratuvarda çalışıyordunuz. " demişti.
Başka bir gece çalışırken mola verip geri döndüğünde uyguladığı tüpün yerinde olmadığını ve kaybolduğunu görmüştü.
Bu kadarda tesadüf olamazdı, tam sonuca ulaşıyorum derken bir aksilik çıkıyordu.
İşine o kadar bağlıydı ki araştırmadan başka birşey düşünemiyordu.
" Şu anda yanımda canlı bir örnek olması için neler vermezdim. " diye kendi kendine konuşuyordu.Sonuçları bulamadığı için son günlerde agresifleşmeye başlamıştı.
Sürekli etrafındakileri kırıyordu, hatta en sonunda kocası ile tartışmış ve kocası evi terk etmişti.Asıl son darbeyi iki hafta sonra bir sabah, odasına gelip yerleştikten sonra masada duran gazetenin ön sayfasını görünce yaşamıştı.
Manşetten verilen haberde, büyük harflerle ;
" YİNE TRAFİK KAZASI, YİNE ÖLÜM." diye yazıyordu. Fotoğrafı görür görmez tanımıştı.
Alt yazısında, Prof. Dr. Ahmet Güneş ve Prof. Dr. Cenk Kaya'nın Ankara'dan İstanbul'a giderken, Ankara -Eskişehir anayolu üzerinde bir kamyon ile çarpışmaları sonucunda olay yerinde hayatlarını kaybettiklerini yazıyordu.Büyük bir şok içerisindeydi. Ne yapacağını bilemiyordu. Hemen bilgisayarını açıp bütün bilgileri, resimleri ve araştırmaları sildi. Nasıl olsa bundan sonra iletişime geçeceği birileri yoktu.
Yüzünün rengi atmıştı, sapsarıydı. O gün kimseyi görmek istemiyordu.
Ece'yi odasına çağırıp birkaç gün olmayacağını, kendisini iyi hissetmediğini ve biraz kafasını dinlemek için anne ve babasının yanına gideceğini söyledi.
Uzun zamandır böyle korktuğunu hatırlamıyordu. Sonuçta çocukları vardı ve onlarıda düşünmek zorundaydı.....
"Ölüm, yokuş aşağıya giden bir taş gibi durmadan yol alıyordu.
Ne yazıkki gideceği yere varmadan durmayacaktı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM YOLU
Acciónİşine hastalık derecesinde bağlı bir doktor. Suriye'deki iç savaştan kaçan bir baba ve kızı. Onların peşinden gelen ve attıkları her adımı takip eden, öldürmekten bir an olsun çekinmeyen bir ölüm makinesi.