Serdar evine geldiğinde şafak sökmek üzereydi. Kapıdan girip ceketini çıkardı ve sol tarafta duran beyaz portmantoya astı. Çok uzun ve yorucu bir gündüz ve gece olmuştu. Ayakkabılarından da kurtulup salona doğru yöneldi. Salonun hemen hemen her köşesinde Eda'nın resimleri vardı. Bebekliğinden başlayarak hastaneye yatmadan önceki son günlerine kadar beraber zaman geçirdiği ve resmettiği her anın fotoğrafları. Salonun neresine bakarsa baksın onu görüyordu. Ama en büyük resim bir başkasına aitti. Salonun geniş duvarında asılı olan, kenarlarında eski kahverengi çerçeveleri bulunan büyük resimde genç bir kadının fotoğrafı vardı. Uzun sarı saçları, açık yeşil gözleri ve gülümseyen sıcak bakışları ile güzel bir kadının resmi. Serdar, salonun ortasında resmin tam karşısındaki tekli koltuğa oturup uzun uzun ona baktı. Sonra bir an kalkarak kenarda duran salondaki diğer mobilyalarla aynı renkteki sehpanın üzerinde duran içki şişelerinin arasından, üzerinde Jack Daniel's yazılı şişeyi alıp kendisine bir duble doldurdu ve tekrar geri dönüp koltuğuna oturdu. Resme her baktığında Işık'ı hatırlıyordu yada Işık'a her baktığında onu hatırlıyor demek daha doğru olurdu. Üzerinden uzun zaman geçmişti. Hangi yıl olduğunu hiç ama hiç unutmuyordu. Hayatındaki Güneş'in sönüp, karanlığa düştüğü zamandı. Her zaman gördüğü kabus yeniden kare kare gözünün önünden geçiyordu. 2005'in Haziran ayı günlerden Cumartesi . O zaman birlikte aynı evde yaşıyorlardı. Birkaç ay sonra düğünleri olacaktı. Her şey ne kadar da güzeldi. O gün sabah göreve giderken Güneş'in hazırladığı kahvaltıyı beraber yapmışlar ve yapacakları düğünün ayrıntılarını konuştuktan sonra mutlu bir şekilde onu öperek evden ayrılmıştı. Öğleden sonra Güneş, düğün hazırlıkları için alışverişe çıkacaktı. O gün çok yoğun bir gün olmuştu. Çıktıkları görevden karakola akşamüstü altı gibi dönmüşlerdi. Henüz masasına oturduğu anda kendisine gelen bir telefonla koltuğuna çöküp kaldı. Hayatının Güneş'i artık yoktu. Alışveriş yaptığı mağazadan çıkıp yolun karşısına geçerken elindeki çantalardan birisini yola düşürdüğü için geri döndüğü esnada hızlı gelen arabanın çarpması sonucunda aynı anda kaza yerinde hayatını kaybetmişti. Serdar , uzun bir zaman kendine gelememişti. Bir müddet psikolog gözetimi ve aldığı ilaçlar sayesinde hayata tutunabilmişti. Aldığı onlarca antidepresanların etkisiyle uzun zaman gerçekle hayal birbirine karışmıştı. Yavaş yavaş normal hayata adapte olabilmişti. O kötü ve acı içerisindeki günlerden sonra tek başına kaldığı her gece, salondaki koltuğuna oturup bir kadeh içkisini içiyordu. O günden sonra hiç bir kadına bağlanamamıştı. Daha doğrusu hiç bir kadına ona baktığı gözle bakamamıştı. Ta ki kader karşısına Işık'ı çıkarana kadar. Birbirlerine bu kadar benzeyen iki kadını görmeyi hiç beklemiyordu. Belki de Işık'a ilgi duymasının nedeni onun Güneş'e benzemesi idi. Ama hayır bu kadarı da olamazdı. İsimleri dahi içinin ısınmasına etki edebilecek iki kadın, Işık ve Güneş. Eğer Güneş'in öldüğünü bilmese, sanki o uzaklara gitti ve başka bir yerde zamanını geçirip şimdi yeniden geldi diye düşünecekti. Diğer taraftan Işık, eşinden ayrı yaşamasına rağmen resmen evli olan bir kadın. Ondan hoşlanıyor mu? Evet, kesinlikle. Peki bunu ona söyleyebilir miydi? Hayır . Bunu ona açıklamanın ne zamanıydı ne de bunu yapmaya cesareti vardı. Düşüncelerinden uyandığında elindeki bardağın yine boşaldığını gördü ve gözlerinin ağırlaştığını hissetti. Galiba dört beş kadeh içmişti bu gece. Bardağı yanında duran sehpanın üzerine bırakarak yatağına doğru yürüdü. Üzerindekileri çıkarmaya bile gerek görmeden yatağa uzanarak , başını yastığa koyar koymaz uykuya daldı. Dışarıda ise sabaha karşı yeni güne hazırlanan güneş geceden kurtulup ilk ışıklarını etrafa yayıyordu.İdlip genel hastanesinin ikinci katında, çocuk servisinin karantinaya alınmış bölümündeki çocuklardan Fatıma, odasındaki pencerenin camına başını yaslamış, doğan güneşin ışıklarını izliyordu. Elinde başından dökülmüş olan bir tutam saç , onlarla oynuyordu. Oradaki çocukların bir çoğunda saç dökülmeleri başlamış özellikle kız çocuklarının saçlarının uzun olması nedeniyle dökülen yerleri daha bir belirginleşmişti. Bu durum ister istemez morallerini bozuyordu. Bugün, hemşireler hepsinin saçlarının kesileceğini söyleyip onları hazırlamakla meşgullerdi. Sabah kahvaltılarını yaptıktan sonra ilaçlarını alacaklar ve gelen berberde sıra ile saçları kesilecekti. Şehrin üzerindeki yer yer çıkan kara bulutları izleyen Fatıma, gözlerinden süzülen sessiz göz yaşları ile bir an önce hastaneden çıkıp ailesine kavuşmak için durmadan dua ediyordu. Burada hiç ama hiç mutlu değildi. Kendisinden başka on dört çocuk daha vardı ve hiç birisinin de kendisi gibi yüzü gülmüyordu. Arada sırada ağlayanlar, annesini görmek isteyenler ve buradan çıkmak isteyenler vardı. Yapılan iğnelerden dolayı kolları mor mor izlerle dolmuştu. Hemşirelere buradan ne zaman çıkarız diye her sorduğunda hep "Yakında" diye cevaplıyorlardı. Umarım bu yakında dedikleri zaman çok uzun olmaz diye düşündü ve tekrar yatağına uzanıp gözlerini boyası hafif sararmış olan beyaz tavana dikti. Etrafındaki çocukların seslerini duymazdan gelerek yeniden düşüncelere daldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM YOLU
Actionİşine hastalık derecesinde bağlı bir doktor. Suriye'deki iç savaştan kaçan bir baba ve kızı. Onların peşinden gelen ve attıkları her adımı takip eden, öldürmekten bir an olsun çekinmeyen bir ölüm makinesi.