Bin halim, sabah gözünü açtığında güneş ışıklarını yansıtarak sanki uyanması için kendisine göz kırpıyordu. Bir an rüyada olduğunu düşündü.
Yataktan kalkıp pencereye doğru yürürken duvarda asılı olan aynada kendi yansımasını gördü. Saçı sakalı birbirine karışmış, tanınmayacak bir haldeydi. Uzun zamandan beri kendine bakmıyordu. Aynaya doğru yaklaşıp kendini dikkatlice izledi. En kısa zamanda bir berbere gidip traş olmalıydı. En son ne zaman birisi için hazırlandığını hatırlamıyordu bile.
Yaklaşık dört yıldır hayatı çatışma ve savaşlarla geçmişti. İki defa yaralanmış, birincisinde sol omzundan vurulmuş kurşun omzunu delip geçmişti. İkincisi ise daha ağırdı , karnından vurulmuştu. Hastahaneye zamanında yetiştirilmeseydi kan kaybından ölecekti. Her ikisinde izleri yerlerinde duruyordu. Onları her gördüğünde sanki bugünmüş gibi yeniden yaşıyordu.
Irak'ta aldığı özel askeri eğitimden sonra, Suriye'ye gelmiş ve Ebu Hasan ile çalışması için yönlendirilmişti. En uygun zamanda son durumları iletmek için kendisini arayacaktı. Sokaktan gelen araba sesini duyunca pencereye yöneldi. Perdeyi araladığında İstanbul'un o güzel görüntüsü gözler önüne serilmişti, Boğaz'a bakan bir evin penceresinden kartpostalları süsleyecek güzellikte bir görüntü vardı. Boğaz köprüsü tam karşısında duruyor, altında denizde yüzen gemiler, kıyıya yakın yerlerde balık avlayan küçük kayıklardaki balıkçılar ve özel yatlarıyla gezintiye çıkan zengin insanlar vardı. Böyle bir manzara daha önce görmemişti. En son denizi gördüğünde Ebu Hasan ile bir toplantı için Lazkiye'ye gitmişlerdi. Toplantı boyunca oyalanması için kendisine izin vermişti. Bunu fırsat bilip limana gitmiş ve küçük bir çay bahçesinde oturmuş çay içip denizi izleyerek zaman geçirmişti. İzlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Geç kalarak Ebu Hasan'dan azar işitmişti. Ama şimdi İstanbul'da bu manzarayı izliyor ve yeniden denizin büyüsüne kapılıyordu. Ansızın içeriden kapı kapanma sesi geldi, gayri ihtiyari olarak hemen tabancasını eline alıp yattığı odanın kapısını aralayınca, akşam kendisini karşılayan Murat isimli adamla yüzyüze gelmişlerdi.
-'' Sen miydin?''
-'' Uyandın demek. Hadi bakalım kahvaltıya. Kalkman için bekledim ama baktım uyanacağın yok bari gidip kahvaltılık birşeyler alayım dedim.'' diye cevap verdikten sonra masanın üzerine bir poşeti açıp içerisinden simit ve ayran çıkardı.
Elindeki simitten bir parça kopardıktan sonra bitmesini beklemeden konuşmaya devam etti.
-'' Sana bir iyi birde kötü haberim var. Önce kötü haber, yolda bıraktığın arkadaşın vardı ya şu Suriye'li neydi adı?''
-'' Farouk, Farouk Haddad.''
-''Evet, evet o. Onu bulmuşlar. Bütün yurttaki polis haberleri ondan bahsediyor. İyi haber ise kimse ne onu vuranı ne de seni bilmiyor. Yani kimsenin bir şeyden haberi yok.''
-'' Yinede tedbirli olalım. Şu kadının yani doktorun adresini buldun mu?''
-'' Evet, hem evinin hemde çalıştığı hastahanenin adreslerini aldım. Kahvaltıdan sonra önce hastahaneye uğrarız , bakalım bizimkiler orada mı?''
-'' Tamam , ben buraları bilmiyorum. Onun için arabayı sen kullanırsın.''
-'' Sen merak etme , bu iş tereyağından kıl çekmek kadar kolay olacak. Buraları çok iyi bilirim.''
-'' Hadi o zaman yavaş yavaş hazırlanıp işimize bakalım.'' diye cevap verdi Bin Halim.
Yarım saat kadar geçmişti. Yatağını toparlamış, üzerini değiştirmiş ve olmazsa olmazı kasaturasını ve 7.65 mm tabancasını şarjörünü kontrol ettikten sonra her zamanki gibi mermi namluya sürülmüş ateşe hazır halde koltukaltı kılıfına yerleştirerek odasından çıkıp salonda Murat'la karşılaştı. Murat dünkü kıyafetlerinden farklı olarak spor giyinmişti. Altta kot pantolon , üzerine '' METALLICA'' yazılı bir t-shirt geçirmiş, başına beyaz bir şapka ile gözüne güneş gözlüğü takmıştı. Bu şekilde ben bile tanımakta zorlanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM YOLU
Actionİşine hastalık derecesinde bağlı bir doktor. Suriye'deki iç savaştan kaçan bir baba ve kızı. Onların peşinden gelen ve attıkları her adımı takip eden, öldürmekten bir an olsun çekinmeyen bir ölüm makinesi.