Alber saatlerce odaya gelmemişti. Vakit çoktan gece yarısını geçmişti ve Mathew'in tahmini doğru çıkmış dışarıda feci bir kum fırtınası başlamıştı. Rüzgarın uğuldayan sesi odayı dolduruyor ve Latoya'yı ürkütüyordu. Latoya üzerindeki örtüleri gözlerinin altına kadar çekti. Fırtına ay ışığını engelliyor olmalıydı çünkü odanın içi ateş ışığı dışında karanlıktı. Bu iyi gibi görünse de ateşin oynadığı gölge oyunları Latoya'nın akıl sağlığıyla oynuyordu.
Normalde tek başına kalmaktan korkmazdı ancak ürkütücü fırtına ve karanlık onu gafil avlamıştı. Öyle ki Alber'in gelmesini dört gözle bekler olmuştu. Oysa bu gece gelmemesini dilemişti. Tanrı ondan yana olacak ki adamdan eser yoktu.
"Dilek dileyecek zamanı buldun..."
Kendi kendine korkusunu yatıştırmak için konuştu ancak fayda etmedi. Alber şimdiye kadar gelmediyse başka bir odada uyumuş olmalıydı. Latoya gidip onu bulabilir ve odaya gelmediği için kızabilirdi. Sonuçta beraber uyuyacaklarına dair bir anlaşma yapmışlardı.
Düşüncelerinin saçmalığının farkına varmadan hızla üzerindeki örtüleri çekip yataktan kalktı. Kapıya kadar koşar adım ilerledi ve kapıyı yavaşça açtı. Ve o an kalpten gideceğini sandı. Karşısında gördüğü devasa gölgeyle çığlık attı. Daha doğrusu atmaya çalıştı çünkü birden ağzına kapanan elle sesi çıkmadı.
Alber kadının ağzını kapatarak bir iki adımda odaya girdi ve arkalarından kapıyı kapattı.
"Sessiz ol herkesi ayağa kaldıracaksın."
Latoya adamın tanıdık sesini duyunca ve yüzüne vuran cılız ışıktan onu görünce rahatladı. Adam elini çektiğinde nefes nefese konuştu.
"Kalbime indirecektin!"
Elini hızla inip kalkan göğsünün üzerine koydu ve sakinleşmeye çalıştı. Alber kadına kaşlarını çatarak baktı.
"Gece yarısı nereye gidiyordun?"
"Seni aramaya."
diye itiraf etti Latoya. Alber'in tek kaşı havalandı.
"Beni aramaya mı?"
"Evet. Nerdeydin?"
Alber ona hesap soran gözlerle bakan kadını süzdü. Latoya kaşlarını kaldırmış ona merakla bakıyor ve hesap vermesini bekliyordu. Alber yamukça sırıttı.
"İşlerim vardı."
Kadının yanından geçip yatağa doğru ilerledi. Yanan ateşin önünde durup üzerindekileri çıkarmaya başladı. Peşinden gelen Latoya kocasının ateş ışığında parlayan biçimli kaslarını seyretmeye koyuldu. Alber de ona baktığında istese de gözlerini kaçıramamıştı. Tanrım çok yakışıklıydı!
Kendini birden kalın kollarının onu sarmalayışını ve geniş sırtının ellerinin altında kayışını hayal ederken buldu. Biçimli kalçasının üzerindeki ritmik hareketlerini ve ellerinin saçlarına dolanışını... vücuduna birden ateş bastığını hissetti. Neler hayal ediyordu böyle! Şuan kulaklarına kadar kızardığından emindi. Telaş yapmasına gerek yoktu. Ne de olsa Alber onun aklından geçenleri anlayamazdı değil mi?
Adamla göz göze geldiğinde onun da bakışlarının koyulaştığını gördü. Ah hayır Alber kesinlikle anlamıştı!
"Bana öyle bakmaya devam edersen kendimi tutmayacağım."
Kesinlikle Latoya'nın istediği de buydu! Terbiyesiz fısıltılarını susturarak gözlerini kaçıracağı sırada son anda vazgeçti. Yarın ne yapıp edip buradan kaçacaktı. Planı hazırdı. Ve kaçtığı zaman geri dönmeyecekti. Bu Alber'le son gecesi olduğu anlamına geliyordu. Neden son bir kez o muhteşem geceyi tekrar yaşamıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GANİMET
Historical FictionŞehri istila edilen Kahire Prensesi Latoya, Tanrı Kral'ın sadık komutanı Alber, Alber ganimeti el değmeden Kral'a götürebilecek mi? İnatçı ve güzel Latoya, Alber'in derinlerinde yatan arzularını uyandırıyordu. Alber Kralına sadık kalıp onu bırakabil...