Latoya son bir kez gözlerini kısarak arkasındaki adama baktı. Mathew eliyle ona hızlanmasını işaret ettiğinde önüne döndü ve atının yelesine iyice yapışarak dört nala ilerlemeye başladı.
Fırtına dün gece olduğu kadar olmasa da oldukça şiddetliydi ve görüşü önemli ölçüde kısıtlıyordu. Öyle ki Latoya toynak seslerini duymasa arkasındaki adamın varlığından emin olamazdı. Başına sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde bağladığı şal işini görse de gözlerine kaçan kum tanelerini engellemek için yeterli değildi. Şuan tamamen atının sağduyularına güvenerek ilerliyordu.
Bir saat sonunda Mathew yanında belirdi ve yavaşlamasını söyledi. Fırtına biraz dinmişti. En azından birbirlerini rahatlıkla görebiliyorlardı. Mathew ağzındaki örtüyü indirdi.
"Fırtına dinmeye başladı. Atları biraz dinlendirelim. Kaleden yeterince uzaklaştık."
Latoya adamı başıyla onayladı ve üzerindeki ağır asker kıyafetiyle zorlanarak attan indi. Bu adamlar bunu nasıl taşıyordu? Üzerine onlarca taş bağlanmış gibi hissediyordu. Mathew ona bulabildiği en küçük asker kıyafetlerden getirmişti. Yine de her ne kadar büyük dursa da iplerle vücuduna sabitlemeye başarabilmişlerdi. Yoksa Latoya o kaleden nasıl çıkardı bilmiyordu.
Bir tepenin yamacına sığınıp rüzgardan korundular. Mathew elindeki matarayı kadına uzattığında Latoya başındaki şalı çıkarıp saçlarını serbest bıraktı ve adamın elinden matarayı alıp tepesine dikti. Dudaklarını elinin tersiyle silip önlerinden uzanan ve sonsuz gibi görünen çöle baktı.
"Ne kadar yolumuz var?"
Mathew de suyundan bir yudum alıp kadının baktığı yöne baktı.
"Bu hızla gidersek akşama orada oluruz. Mezar Kahire'nin sınırına yakın demiştin değil mi?"
Latoya başını onaylarcasına salladı.
"Evet. Merkezine bir gün mesafede."
İkisi de ellerindeki sudan atlara da içirmeye başladılar. O sırada Mathew birden geriye baktı. Latoya kaşlarını çattı.
"Ne oldu? Bir şey mi duydun?"
Mathew ona sessiz olmasını işaret edip tepeyi tırmandı. Latoya'nın kalbi boğazında atıyordu. Daha ayrılalı bir saat olmuştu. Bir şeyler duyabilmek için kulak kesildi ancak rüzgar sesinden başka hiçbir ses yoktu. Mathew de bir şey duyamamış olacak ki tepeden aşağı gülümseyerek kaydı. Latoya merakla bir şey söylemesini beklerken Mathew ellerini teslim oluyor gibi kaldırdı.
"Yanlış alarm. Sadece rüzgarmış."
Latoya gözle görülür bir rahatlama yaşayıp kumun üzerine çöktü. Mathew de atları kontrol ettikten sonra karşısına oturduğunda Latoya ona baktı.
"Mathew sana bir şey sormak istiyorum."
Mathew konuşmak yerine onu başıyla onayladı.
"Abin...yani Alber ne zamandan beri bu krizleri geçiriyor?"
Adamın düşen yüzünden böyle bir soru beklemediği açıktı. Başını eğip bir süre düşünüyor gibi göründü. Daha sonra gözlerini kısarak tekrar kadına baktı ve omuz silkti.
"Emin değilim. Belki babamın ölümünden sonra. Gerçi ben o zaman on yaşındaydım çok hatırlamıyorum ama ben abimi bildim bileli böyle."
"Benden beş yıl büyüksün!"
Mathew kadının şaşkın haline gülümsedi. Gözlerini pek açamadığı için kısarak bakıyordu.
"Neden bu kadar şaşırdın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GANİMET
Historical FictionŞehri istila edilen Kahire Prensesi Latoya, Tanrı Kral'ın sadık komutanı Alber, Alber ganimeti el değmeden Kral'a götürebilecek mi? İnatçı ve güzel Latoya, Alber'in derinlerinde yatan arzularını uyandırıyordu. Alber Kralına sadık kalıp onu bırakabil...