Jungkook
Elimdeki kitaplarla alt kata indim. Annemin kitap okuduğunu gördüğümde yanına gitti.
"Anne ben gidiyorum, dışardan istediğin bir şey var mı?" Annem bana baktığında tek kaşını kaldırdı. Neden bana böyle bakıyor diye konuştuğumda cevabımı aldım.
"Nereye gidiyorsun?" Neden bana karışıyor Tanrım, kaç yaşında adam oldum ben. Her defasında böyle yapıyor. "Kütüphaneye gidiyorum," elimdeki kitapları gösterdim. "Bak."
"Tamam ama yemek saatine burda ol, deden çok hassas bu konuda biliyorsun." Başımı salladım. "İyi o halde, iyi çalışmalar."
"Teşekkürler Prenses, görüşürüz." Eğildim ve yanağını öptüm. Bunu sevmediğini biliyorum ama ben seviyorum. Gülerek kapıyaa doğru koştum ve ayakkabılarımı raftan aldım. Ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp yeni götürdüğüm ayakkabıyı giydim. Ayakkabının sağındaki açık fermuarları kapattım. Bunları yapmak için kenara koyduğum çantamı ve kitaplarımı aldım. Kapıyı açtım ve evden çıktım. Bahçede etrafımı izleyerek ilerliyordum.
Adımlarım durmasının sebebi bir tane bebek tavşanınn çalıların arasında sıkışıp kalmasıydı. Çimenlerin üzerinde koşarak oraya gittim ve kitaplarımı yere koydum. Tavşanın kolu yaralanmıştı. Çalıları dikkatlice alıp kenara attım.
"Gel bakalım minik şey. Ne işin vardı senin orda." Kendi kendime fısıldayarak konuştuğumda çantamda minik bir sağlık çantası olduğu aklıma geldi. Tavşanı dikkatlice yere bıraktım ve çantamı omuzlarımdan çıkarıp açtım. Küçük sağlık çantasını aldım ve fermuarını açtım. Bir tane krem ve bez aldım. Tavşanın kolunu pansuman ettikten sonra bezle kolunu sardım.
"Umarım ki, daha iyisindir." Tavşanı yere bıraktığımda koşarak yanımdan uzaklaştı. "Rica ederim, ne demek." Arkasından konuştuğumda güldüm. Sağlık çantasını kapatıp çantama koydum. Çantayı omzuma attım, kitaplarımı da alıp ayağa kalktım.
Gözüm nedensizce akıllı kol saatime gittiğinde bayağı bir geciktiğimi farkettim. Orayı kapatırsalar bir saat beklemem lazım oraya girmek için. Koşarak bahçeden çıktım. Sokakta hzıla ilerlerken arada saate bakıyordum. Son beş dakika.
Koşarken saçlarım dağılıyordu ama şu annda onu düşünemezdim.
Kütüphane bakış acıma çıktığımda biraz yavaşlama ihtiyacı hissettim. Sonunda oraya geldiğimde kütüphaneye girdim. Nefes nefese kalmıştım.
Elimdeki kitapları kontrol ederken birden kitapların yere düştüğünü gördüm. Aptal kafamla yine birine mi çarptım ben. Eğilip kitaplarımı aldım. Adama bakmadan önünde eğildim, "Özür dilerim Efendim, benim hatam." Doğrulup önüme düşen saçlarımı gözümden çektim ve adama baktım.
Oha!
Gözlerim sonuna kadar açıldığında, yüzünün her hattını inceledim. Kusursuzdu. Esmer tenli, dalgalı saçları vardı. Dudağı ve burnu yüzüne çok güzel uyuyordu. Erkeksi çene hattı yüzüne ayrı bir hava katmıştı.
Aşık olmadım, sadece adamı tanıtıyorum.
"Sorun değil." Kalın sesine gülümsedim ve tekrar eğildim. Yanımdan ayrıldığında arkasından baktım.
"Kolidorda kalabalık yapmayın, her kes odalara geçsin!" Megafonla konuşan adamın sesini duyduğumda odama doğru gittim. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde üç beş kişi olduğunu gördüm. Kütüphanenin en sevdiğim şeylerinden biri de, hafta sonları çoğu kişinin gelmemesiydi.
Kapıyı kapatıp masama doğru gittim ve çantamı sandalyeye koyup oturdum. Kitabı açıp önüme koydum ve yavaştan okumaya başladım. Masadaki kalemlikten bir tane işaretleyici aldım ve bana lazım olacak cümlelerin üstünden geçtim. İşaretleyiciyi kenara koydum ve okumaya başladım.
***
Bir süre okuduktan sonra bunu tamamladığımı farkettim. Kendime kahve almak için ayağa kalkıp gidecektim ki, kapının açıldığını gördüm. Az önce çarpıştığım adamın elinde kahveyle içeri girdiğini gördüğümde onu izledim. Benim masama doğru geldiğinde ne yapacağımı şaşırdım.
Bir dakika o bana doğru mu geliyor?
Yanıma gelip bana bir bileklik uzattı, "Bunu çarpışırken düşürmüş olmalısın." Onu izlemeye devam ediyordum. Nedensizce hareket edemiyor, konuşamıyordum.
Beni dürttüğünde kendime geldim, "Ah, şey pardon. Dalmışım. Evet o benim." Elindeki bilekliği aldım. Yüzünde mimik oynamadan benim oturduğum masanın önüne geçti. Şimdi ben yerime geçip otursam onunla yüz yüze olmuş mu olacağım. Tanrım düşünmesi bile güzel.
Hızla odadan çıktım. Kütüphanenin çıkış kapısına doğru ilerledim ve kapıyı açtım. Çıkıp hemen yanındaki Kafeye doğru ilerledim. Hoş bir Kafeydi.
"Buzlu latte lütfen." Biraz bekledim ve kahveyi getirdiklerinde parasını ödeyip Kafeden çıktım. Kütüphaneye doğru gittim ve kapıyı açıp içeri girdim.
Kendi odama doğru gittim ve içeri girdim. O hâlâ ordaydı. Kendi sandalyeme doğru gittim ve oturdum. Kulaklıklarımı çantamdan çıkarıp kulağıma taktım ve telefonumdan bir şarkı açtım. Ona son bir bakış atıp ödevlerime geri döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aienkien | Taekook
Fanfictionİmkânsız aşkın bir türünü daha duymuş muydunuz? Texting | düzyazı(bolca düzyazı) Semetae! Ukekook! Yan shipler • { Yoonmin, Namjin }