İçimde avaz avaz yan, yan, yan benimle.
"İlk önce bana neden burada olduğunu, ardından kokunun neden yatağımda olduğunun hesabını ver."
Tüm bedenim titredi cümlesiyle. İdrak edemedim kokum yatağına sinmiş, o da bunu fark etmişti. Benim kokum olduğunu. Benim kokum. Allah'ım kâbustu. Evet kâbustu. Yanaklarım kıpkırmızı, saçlarımın arasından enseme vuran sıcak nefesi yüzünden ne diyeceğimi bilemiyor, öylece kalbimin sakinleşmesini ve buradan gitmek istiyordum. Boğazımdaki yumru yüzünden yutkunamıyordum. Gözyaşlarımı tek bir hareketi ile durdurabilip, tek bir cümlesi ile tekrar akıtıyordu.
Gözlerim acıyordu ağlamaktan, hiçbir ses çıkarmadan öylece sessiz sessiz gözyaşı döküyordum. Bedeni arkamda öylece bekliyordu. Öyle korkuyordum ki, öyle çok korkuyordum ki hislerimden haberdar olmasını en çok ben isterken artık her daim iki yabancı kalmak istiyordum onunla. Ben hep seveyim seni ama sen benden haberdar olma, en azından bu şekilde.
Sustum. Sadece sustum. Ne diyecektim, üç yıldır peşinde koşuyorum özlemine dayanamadım tek sığınağım kokun olduğu için odana geldim mi diyecektim?
Aptal.
Aptaldım.
Al şimdi otur ver cevabını Bahar. Zaten ağlıyordum, gözlerim acıyordu, korkudan midem bulanıyor tüm bedenim titriyordu.
"Dön," dedi sert ve soğuk bir sesle. Bedenim donup kaldığında gözyaşlarım dahi donmuştu. Titrek bir nefes verdiğimde, ne dediğini kavramam zar zor olmuştu.
Yıpranmıştım, size yemin ederim o an anladım. O kadar çok yorulmuştum ki, sonsuza kadar uyusam yine geçmezdi o yorgunluk. Çünkü bahsettiğim yorgunluk o yorgunluk değildi. Bu yollar, ona giden yollar, o yoruyordu. Ama dönüşü yoktu. İçimde yine aynı sıkışma. Tanıdık. Hep kalp ağrısı.
Bir an o kadar boşvermişlikle dolmuş, öyle çok gelişi güzel bırakmıştım ki hiçbir şey umurumda olmadan artık ne olursa olsun demiş gözümdeki yaşları bile silmeden dönmüştüm ona.
Tir tir titreyen bacaklarım arkamdaki yatağa temas ediyor, bedeni ile aramda bir adımı geç yarım adım bile mesafe yoktu. Başım önüme eğik olduğundan sıcak nefesi bu sefer ensemde değil artık alnıma vuruyordu. Gözlerim asker yeşili tişörtünün sımsıkı sardığı göğsündeydi gözüne bakamazdım. Bakarsam çok ağlardım, sarılırdım dayanamazdım ki ben. Şu an bile başımı göğsüne yaslamamak için kendimi zor tutuyordum. Öyle bir umursamazlık, öyle bir yıpranmışlık vardı üzerimde.
"Bana bak," sesinin bu kadar soğuk olması bile beni ağlatıyordu. Öyle hassastım ki, öyle kafamda kuruyordum ki ister istemez kendi kendimi yıpratıyordum. Nefesi alnıma vurduğunda gözlerimi kapadım. Bir yolu, bir çaresi yok muydu?
Gözlerimi araladığımda, beni yakacağını bile bile aynı cümleyi tekrarladı. "Bana bak," diye tekrarladı yine aynı sesle, sesi bana şifa mı zehir mi bunu hiçbir zaman anlayamayacaktım.
Hiçbir zaman.
Başımı uzun boyundan dolayı tamamen kaldırdığımda dolu yeşillerimi kaşları her daim çatık olan kara hareleriyle buluşturdum. Size yemin ederim kalbim öyle bir tekledi ki, ilk defa bu kadar uzun, bu kadar net görüyordum gözlerini.
Öyle yorgun, öyle dargın, öyle bitmiş, öyle tükenmiş baktım ki ona, afalladığını buradan hissetmiştim. Çatılmış kaşları gevşediğinde, yutkunarak baktım gözlerine.
![](https://img.wattpad.com/cover/344229105-288-k961797.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VİRAN
General Fictionİkimizinde göğsü az önceki tartışmadan dolayı hızla inip kalkarken bir adım attı bana doğru. Tırnaklarımı avuç içime bastırdığım an alnını alnıma yasladığında dayanamadım, ağzımdan bir hıçkırık kaçtığında o kadar çok sıkmıştım ki kendimi acı her yer...