B: 10

4 2 0
                                    

YOKSUN NEREDESİN?

Saat gece yarısına geliyordu. Eylüller öylece saatlerdir çimlerin üzerinde oturuyorlardı. Sima Efeyi kışkırtıyor kötü düşünceleri aklından çıkarıyordu. Efe sadece Simayı dinliyordu rahatlamıştı biraz Simayla ilgili olan konuda. Ama uygar çıkmıyordu aklından bir saniye bile. Eylül harap olmuştu gözleri kıpkırmızıydı üzerinde ki uygarın tişörtünü okşuyordu Simaya döndü "bunlar nasıl anne baba çocuklarının kayıp olduklarını öğrendiler ama hala oldukları gibi o evde duruyorlar" gözleri doldu bu kadarı gaddarlıktı bunu hepsi biliyordu. Sima cevap vermek istedi ama kelimeler boğazında bir yumru gibi kaldı bu soruyu cevaplamadı. Gökyüzüne döndü gözleri "Uygar şimdi burada olsa üzerindeki tişörtü görse ilk çok güzel olmuş der" dedi ve gülümsedi "sonra da diz kapaklarına geldiğini görünce boyunla dalga geçer" gözleri tekrar doldu ağlamak istiyordu ama olmuyordu gözyaşları gözlerinin içinde kalmak için direniyordu... Eylül tebessüm etti sadece bu kadardı. Konuşmak istedi ama diyecek bir şey yoktu Efenin gözü bahçeye kaydı. Sarıpapatyalarla dolu olan köşeye. Gülümsedi "sen mi diktin?" simaya soruyordu Sima başını hayır anlamında salladı "ben değil uygar dikti dün gece neden dikiyorsun dedim aldığım cevaptan bir bok anlamadım" dedi gülerek. Efe şaşkınca gözlerini açtı "ne dedi ki?" sorgulayıcı ses tonu merak doluydu Eylül atladı "papatya dikiyorum çünkü sadeliği temsil eder sarı dikiyorum çünkü onu temsil etsin istiyorum sarı bir sadeliği dediğine eminim" dedi ve içten gülümsemesi ortaya çıktı yanağının kenarında ki gamzesi de buradayım diyordu onlara. Sima gözlerini şaşkınca açtı "gerçekten böyle söyledi" şaşkındı. Efe güldü "haylaz ulan bu çocuk Eylül hastanedeyken de sarıpapatya almış" dedi ve kıkırdadı içten bir şekilde ama sonra saat gece yarısını geçmişken Efenin telefonu çalmaya başladı. Hepsinin gözü endişeyle ekrana döndü arayan Sevda hocaydı Efe telaşla telefonu açtı karşıda ki ağlamaklı sesi duyunca "sakın hocam" dedi ve ayağa kalktı Eylül ve Sima da korkuyla ayağa kalktı. Eylülün bacakları titremeye başladı ve elleri de Sevda hoca titreyen sesiyle konuşmaya çalıştı "deniz kenarında uçurumun üzerinde Serhat'ın arabası bulundu içinde kimse yoktu denize atıldığı düşünülüyor Uygarın gelseniz iyi olur" Efe yıkılmıştı ses hoparlördeydi. Eylülün dizleri tutmadı onu ayaklarının üzerinde Simaya tutundu Sima da ondan farksızdı ama ayaktaydı işte. Efe hızlıca onlara döndü "ben gidiyorum siz bekleyin" sesi tedirgindi Eylül bir adım öne çıktı "onu bırakmam biz de geleceğiz" dedi ve yürümeye başladı Sima da kafasını sallayınca şoförün olduğu tarafa geldiler ama şoför uyuyordu "eee kim sürecek" soru Simadandı "Ehliyetim yok ama araba sürmeyi çok iyi biliyorum atlayın hızlı olalım" dedi ve şoför koltuğuna geçti Efe. Hemen yanında sima vardı arkada Eylül.

Deniz kenarına geldiler ve hemen arabadan indiler Eylül üzerinde sadece tişört olduğunu unutmuştu Simada sadece şort ve askılı ile olduğunu koşarak polislerinin yanına geldiler deniz kıyısındalardı. Polisler onları görünce durdurdu "dalgıçlar denizde Uygara ait şeyler arıyor ama şuan ne bir ceset ne de bir eşya var lütfen buradan ayrılmayın" dedi ve genç polis önüne geri döndü Eylül uçurumun başındaydı altı kocaman bir deniz olan uçurumun üzerinde belki de sevdiğini hapis eden denize bakıyordu ama oturdu Eylül uçurumun kıyısında beklemeye başladı. Sima ve Efe Sevda hocanın yanında polis ekiplerinin yanında oturuyordu. Eylül gökyüzüne baktı "bazen diyorum neden hep en sevdiklerim gidiyor sorun bende mi yoksa ben mi hayatın üvey evladıyım mutlu olmayı hak etmiyorum şuan burada olsan beraber bu uçurumun kenarında denizi izlesek hayal kursak hatta imkansızı istesek sen bana sarışın desen ben sana ukala eskisi gibi tek fark düşman değil de birbirini seven iki insan olsak. Şuan burada senin iyi haberini duymayı umut ediyorum ama ya kötü haberin gelirse ya öldü derlerse. Bir deniz içindeki mavilik olmazsa deniz olur mu? Ya da bir gökyüzü içinde bulut olmazsa yağmur olmazsa gökyüzü olur mu? Güneş sarılığını kaybetse güneş olabilir mi? Ha sevgilim ben işte o gökyüzüyüm o denizim o güneşim sense benim maviliğim bulutum ve sarılığımsın eğer sen gidersen Eylül artık Eylül olabilir mi? Olamaz sevgilim olamaz. Neredesin saatlerdir yoksun neredesin dakikalardır yoksun. O dakikalar o saatler benim ömrümden yılları çalıyor sensizlik içime korku salıyor neredesin Uygar burada yoksun yanımda da yoksun neredesin? Gidemezsin ben gitmedim sen de gidemezsin. Şunu unutma sevgilim deniz olmadan okyanus olmaz ben bir denizim belki ama sadece senin denizinim hadi gel uçalım seninle yıldızlara özledim sesini hadi gel" gözlerinden yaşlar süzülüyordu Eylülün ama nafile hala bir iz yoktu. Eylül elini gökyüzüne kaldırdı "bu denizin dibinde değilsin biliyorum hissediyorum bu deniz de değilsin" dedi ve denizi izledi dolu gözleriyle. Esen rüzgar saçlarını okşuyor ve havalandırıyordu. Eylül sadece uygarı düşünüyordu. Fısıldadı denize "neredesin yoksun" tekrar fısıldadı bu sefer gökyüzüne "neredesin yoksun" tekrar fısıldadı bu sefer dağlara "neredesin yoksun" son kez fısıldadı bu sefer aya "neredesin yoksun" sonra tekrar izledi gökyüzünü uzun uzun bekledi bekledi saatler geçti.

Saat gece 02:54'tü ne bir haber ne de bir iz vardı. Eylülün telefonu titredi. Eylül gelen mesaja baktı kayıtlı olmayan numaraydı mesajı açtı. Fotoğrafa dokundu. Gözleri doldu Uygarın ağzı yüzü mordu ve kanlar içerisindeydi, bir sandalyede bağlıydı. Baygındı Eylül hıçkırmaya başladı "lanet olsun hayır" dedi ve ağlamaya başladı sonra alttaki mesaja baktı "son iki saat Eylül sonra Uygar puf iyi şanslar Eylül benden Uygarın cesedini mi alacaksın yoksa canlı bedenini mi unutma son iki saat" Eylül mesajın Serhat'tan olduğunu biliyordu hemen ayağa kalktı ve koşmaya başladı polisin yanına geldi fotoğrafı ve altındaki mesajı gösterdi hemen sinyal tespiti etmeye başladılar... Efe korkudan titriyordu düşmandı bir zamanlar Uygarla ama sonra Uygar onun kardeşi oldu şimdi kaybetme kokusuyla cebelleşiyordu. Simanın gözlerinden bu sefer yaşlar süzülüyordu hayatında kalan son umut parçasını tek varlığını kaybetmek istemiyordu. Eylül hala hıçkırarak ağlıyordu yıllar sonra birini seviyordu ve Oğuza olan sevgisinden bin kat daha fazla. Uygarı kaybederse yaşayamazdı biliyordu. Artık nefes alamazdı haram olurdu hayat. Uygar sız bir hayat düşüncesini o an sildi aklından o iki saat içerisinde bulacaktı Uygarı doya doya sarılacaktı ona, kaybetme kokusunu hissediyordu hem de iliklerinde...

Kaybetme kokusu en sevdikleriniz en bağlandıklarınız yanınızda yokken çıkar ortaya öyle bir yakar ki içinizi kalbinize öyle bir ateş düşürür ki yanarsınız kaybetme korkusu bedeninize yayılırken yanarsınız o duyguyla ağlarsınız yalvarırsınız Allaha onu sizden almasın diye anlarsınız o an onsuz nefes almanın bile haram olduğunu. İşte şimdi o halde Efe de Sima da Eylül de. Sima yıllardır yanında olan arkadaşını abisini kaybetme kokusunu yaşıyor. Efe yıllardır hasret olduğu o erkek kardeş yerini kısa sürede dolduran uygarı kaybetme korkusunu ve Eylül... Eylül yıllardır kendine zehir ettiği hayatı gençliği çocukluğu ona geri veren ona sevmeyi öğreten insanı sevdiğini kaybetmekten korkuyor hem de deliler gibi kalbi sızlıyor ve tekliyor ama heyecandan değil korkudan, gözleri doluyor ama mutluluktan değil acıdan, elleri titriyor ama mutluluktan değil üzüntüden. Uygarın yaktığı kalbinde ki ışıklar her dakika sönüyor birer birer. Anlıyor Uygarın her şeyi olduğunu kısa bir sürede ona bağlandığını ve sadece Uygarla hayata tutunduğunu...

Beklediler hala bekliyorlar sinyalin yerinin bulunmasını son bir saat kırk beş dakika ya Uygarın olduğu bir ev ve okul ya da Uygar sız zehir dolu bir okul ve ev son saatler ve dakikalar. Uygarı ölmeden oradan almak için dökülen bir sürü gözyaşı, binlerce dua ve binlerce insan onu bulmak için canla başla çalışıyor. Efe korkuyor, Sima güçlü durmaya çalışıyor, Eylül harap olmuş sadece ağlıyor. Ellerinden tek bir şey geliyor sinyali beklemek sadece bu. Bu kadar...        

EYLÜL ATEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin