𝟷𝟾 Bᴏ̈ʟᴜ̈ᴍ

303 39 36
                                    

Uyandığım zaman  Maridun önümde nefret dolu bakışlarla durmuştu. Soğuk suyu üstüme döktüğü için soğuktan titriyordum:

- N-ne oldu?

- Uyan artık. Kalk ve bana prinç pişirip getir. Çok acıktım.

- Git kendin al! Sabahın köründe beni böyle incitmeye hakkın yok!

Bir anda gırtlağıma yapışarak boğazımı sıktı:

- Bana bak ucube! Sen galiba beni anlamadın?

Onu iterek hemen ayağa kalktım. Sinirle odanın kapısını çarparak dışarı çıktım. Mutfağa gidip tencereyi ocağın üstene koyup altını yaktım. Sonra da princi döküp tencereni ağzını kapattım.

Mutfağın pencereleri açık olduğu için hafif rüzgar içeriyi havalandırıyordu. Üstelikte sırıl-sıklam olduğum için çok üşüyordum. Ellerimle kollarımı ovalayıp vücudumu ısıtmaya çalıştım. İşte o an birisi omzuma bir şey koydu. Dönüp baktığımda arkamda Hızır'ın belirdiğini gördüm.

Omzuma kendi ceketini koymuştu. Gülümseyerek:

- Sabahın bu köründe burada sırıl-sıklam hâlde ne yaptığını sorabilir miyim?

Derin bir nefes aldım. Ağlamamak için kendimi zor tuttum ve gözlerimi kaçırarak ona geceden beri olanların hepsini anlattım. Beni dinledikten sonra Hızır yumruğunu masaya vurup:

- Sana böyle davranması beni daha da delirtiyor!

Hızır'ın bana karşı böyle hassas olması beni o kadar etkiledi ki, kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağladım. Gözümden inci gibi damlaların aktığını görünce bir anda yüz ifadesi değişen Hızır:

- Neden ağlıyorsun Serein?

- Serein mi?

- Gün batımından hemen sonra oluşan sisle birlikte, yağan ince yağmur.

- Göz yaşımı silerek, anlamı çok güzel.... Çok kibarsın.

Ocağa bakarak:

- Princin pişti galiba...

Prinç tencereden taşıyor, artık iyice pişmiş hale gelmişti. Ocağın altını kapatıp, tencerenin kapağını çıplak elle açtım. Kapak çok sıcak olduğu için elimi yaktı. Kapağı bırakıp çığlık attım. Hızır bunu görüp:

- Dikkat etsene Hazal!- dedi elime bakarak.

Sonra dolabı açıp sepetten patates aldı ve onu bıçakla ortadan ikiye böldü. Ardından yaklaşıp parmaklarımın üstüne sürdü. Şaşkınlıkla:

- Patates mi?

- Evet, yanıklara çok iyi gelir.

- Vay...cidden yanması gitti.

- Hadi, al bu patatesi 5 dakika falan parmaklarının üstünde tut. Ezan yakında okunacak. Bu arada kalmam benim için çok tehlikeli...

- Dur... ne? Hızır sen zaten müslüman değil misin? Ezan'dan nasıl rahatsız olabilirsin ki?

- Ee...Şey...Hemen gitmem gerek! Sonra konuşuruz- diyip ortadan kayboldu.

Şaşkın şaşkın kendi kendimi sorugulayarak dışarıya baktım. İşte o an gerçekten Ezan okunmaya başlamıştı. Ellerimi gök yüzüne açıp:

- Rabbim bana yardım et... Maridun'unu doğru yola getir. Onu Müslüman cinlerdün yap....Amin...

Duamı bitirip ardından, princi Maridun'a götürdüm. Odayanın önüne gelince, içeriden Ezan sesi gelmiyordu. Çok garip ki, malikanenin 4 bir yanında ezan yankılanırken bu oda tamamen sessizdi.

𓆩𝙰𝚜̧𝚔-ı𓆪 𝙻𝚊𝚗𝚎𝚝 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin