Araziler her zaman yaptıkları gibi boylu boyunca uzanıyorlardı. Satı Ana, Selçuk ve polislerin olduğu yerden çok daha ötede, ormana yakın bir yerde bir kuş dalın üstüne kondu; konarken de kuyruğunu ve kanatlarını asil bir şekilde kapattı, iri ve büyük olan bu kuşun altından üstündeki kıyafetin renginin gerçekten siyah mı yoksa kirli mi olduğu belli olmayan, ayakkabıları çamur içinde bir adam geçti; hızla yürüyordu ve ormanın içine doğru gitti.
Ormanın başka bir tarafında ise kıvırcık, uzun siyah saçları ile deniz gözlü bir kız koşuyordu, o da hızla koşarak ormanın içine girdi.
Kız kan ter içinde koşuyordu ve kestirme yoldan geldiğinden Satı Ana ona yetişememişti. Yerdeki taşlar, toprağı aşırı engebeli yapıyor ve bu da onun koşmasını yavaşlatıyordu.
Ve ileriden, evi olan kulübenin tarafından babasının bağırdığını duydu. Babası öfke ile, öldürecekmişçesine bağırıyordu. "Yine o pislik adam gelmiş olabilir" diye düşündü kendi kendine. Geçen sefer babası ile kavga etmeye geldiğinde de kendine zarar gelecek korkusuyla ağlamıştı, haksız da sayılmazdı, tanımadığı o kızıl saçlı adam babası ile kavga ederken sürekli dönüp ona bakarak bir şeyler söylüyor, bağırıyor ve çağırıyordu. Bu korkunun arkasında babasının onu sürekli olarak o kızıl saçlı adamdan, bir şeyi gizlemek istercesine saklaması da vardı; minik kız bu yüzden korkmuştu. Satı Ana'nın yanına geldiğinde adamı görmüş ve ondan hemen tırsıvermişti.
Adam gittikten sonra da yine ona bir şey yapar korkusuyla hemen eve gitmek istemişti ve kısayoldan gitmişti ama kızıl saçlı adam ondan daha hızlı gidebileceği farklı bir yolu tercih etmişti ve kız sonuç olarak adamdan kaçmak isterken, farkında olmadan o adama daha fazla yaklaşmıştı.
Tüm hızıyla koşmaya çalışıyordu. Koşarken ters yönde esen rüzgar onu geri döndürmek istercesine delicesine esiyordu. Taşlar ve toprak sanki bir şeyi engellemek istercesine daha da sert olmuştu.
Engebeleri aşmaya çalışırken minik vücudu yorulup tıkanmaya başladı, o da mecbur; durup dinlenmek zorunda kaldı. Ormanın derinliklerinden gelen kuş seslerine kulak verdi; bu ince sesler ona korkunç gelmeye başlamışlardı. Ağaçların dallarına verdi dikkatini, daha hızlı sallanıyorlardı, daha ürkütücü olmak amacındaymışçasına.
Toprağın kokusunu çekti içine ve daha iyi nefes alabildiğini fark etti. Yeniden koşmaya başladı. Evine, kulübeye yaklaştığında iki adam gördü ve bu adamlar boğuşuyorlardı. Babası adamın üstüne çıkmış, kızıla yumruklar savuruyordu. Kızının geldiğini fark etmemişti.
Babası cebinden çevik bir hareketle bıçak çıkardı, bunu gören kızıl kendini geri çekmek istedi, Beria'nın babası bıçağı sıkıca kavramıştı ve kızıla saplamaya çalıştı ama kızıl da hızlıca Beria'nın babasının elini tuttu, geri çevirmeye çalıştı, ikisi de birbirlerini geri ittirmeye çalışıyor, bir yandan da bıçağı saplamaya çalışıyorlardı, sonra Beria'nın babası bıçağı daha iyi kavramayı başardı, ama eli saplayacak pozisyonda değildi, kızıla bir tekme attı ve kendini geri çekti.
Beria gözleri kocaman, bakakalmıştı.
Sonra Beria'nın babası bıçakla kızıla doğru daldı.
Beria en içten gelen sesiyle bağırdı;
"Durun, yapmayın!"
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.
Kızıl, bıçağı yaşama refleksiyle geri çevirdi ve bıçağın ucu Beria'nın babasına saplandı, fakat Beria'nın babasının içini kaplayan nefret, ona güç verdi;
"Bir daha!"
Ve bıçağı bir daha saplamaya çalıştı, acısı onu bunu yapamayacak kadar engelleyemiyordu, nefreti ağır basıyordu.
Kızıl saçlı adam kolları birkaç saniye öncesine göre güçsüzleşmiş adamın elindeki bıçağı ters yöne çevirdi ve yine, yaşama refleksi ile darbeyi geldiği yere geri gönderdi.
Ve o da içindeki nefretin sesine kulak vererek, neden yaptığı hakında tek bir tane bile fikir sahibi olmayarak, bir darbeyi daha, bıçağı saplandığı yerden çıkartıp yeniden başka bir yere saplayarak abisine indirdi.
Kendi ölümünü engellemeyi başarmıştı ama bir miras kavgası yüzünden, küçük bir kızın bu sahneye maruz kalmasına engel olamamıştı...
Zavallı kız, kilitlendiği yerden kımıldanıp, boşalmış dizleriyle babasının cesedine doğru yürümeye başlamışken, Mahmut da olduğu yerden ne yaptığını bilmeyen bir deliymişçesine koşarak ormana doğru yaşadıklarını ilk önce sindirmeye çalışıp sonra unutmaya çalışmak üzere koştu.
Koştu, koştu ve koştu...
Nefesi bitene kadar, son gözyaşını akıttığını zannedene kadar koştu.
∆∆∆
Güzel bir bahçe. İçinde türlü türlü çiçekler, bitkiler. Yerde, güzel koyu kahverengi toprağa kökünü salmış, dallarında bakınca ağız sulandıran meyveleriyle limon ağaçları.
Saksılar da var. Kirlenmişler, ama renkleri belli oluyor. Bazıları kırık, bazılarının içi boş, toprak yok. Bazılarının içine biber ekilmiş, kırmızılıklarıyla bahçenin sesini şenlendiriyorlar. Kimi saksının içinde ise menekşeler var, koyu morluklarıyla çok otoriter duruyorlar.
Yerde akşam sefası çıkmış, henüz yarı açılmışlar çünkü akşam saatlerinin başlangıcındalar ama tamamen açtıklarında kendilerini, öyle güzel olurlar ki! Pembe ve sarı renkleri onların çekiciliğini arttırır, arıları kendine çeker. Bazen pembenin üzerine saçılmış sarı, bazen sarının üzerine saçılmış pembe, bazen yarı sarı yarı pembe, bazen de saf pembe veya saf sarı renkleri...
Ve yukarıya asılmış saksılarda çeşit çeşit çiçekler... Üzüm yapraklarının arasından sarkan, ağız sulandıran üzümler...
Ve hepsinin ayrı olmasına karşın sanki hepsinin de aynı varlıklarmış hissiyatını vermesi... Tıpkı ormanlardaki kuşlar gibiydiler, hepsi farklıydı ama hepsi de bir bütündüler.
Ve kuş demişken, bu yeşilliklerin arasında gri renkte zarif bir güvercin gözüktü.
Bu güvercin kanatlarını açtı ve biraz çırptıktan sonra havalanmakta zorluk çekmeden kendini rüzgara bırakarak evlerin üstünde ilerledi. Hiçbir yere konmadan, sadece ilerledi.
Bir binaya yaklaştı ve camına kondu, cam açıktı, içeri gözüküyordu, camın mermerinde dışarıyı seyretmeye başladı. İçerideki mahkeme salonundaki kız ise"İkisi de saldırgandı!" diye bağırdıktan sonra bayıldı ve hakimin ne yapacağını bilmez şaşkın suratı karşısında dışarıya çıkarıldı. Onu tanımayan bir kadınla ile oğlu kızla ilgilendi ama kızın üzüntüden bayılması akrabalarının umrunda olmadı.
Suçlunun ise tutuklu olarak yargılanması uygun görüldü.
Güvercin başını çevirip biber kırmızısı gözleriyle içeriye baktı, herkes ayaklanmaya başlamıştı. Bir adam ona doğru geliyordu ki ani bir hareketle kanatlarını açtı ve içeriye doğru süzüldü, adaletin sembolü olarak konulmuş terazinin üstüne kondu ve kanatlarını meraklı izleyicileri karşısında ihtişamla açtı.
∆∆∆
13.BÖLÜM SONU
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOĞA ANA
Fantasy"Ben dinler, yazarım..." serisinin birinci hikayesi. Zehra Kadın ise yalnız başına yerin altında koşmuştu ve güvenebileceği tek varlık kendisi olmuştu. Henüz yalnızken yaşadığı korkunun etkisinden yeni çıkmıştı ve bu yüzden yanında güvenebileceği bi...