Derman Irmağı doğduğu andan itibaren çok büyük bir bilgi birikimine sahip olmuştu ve o andan itibaren içinde nefessiz kalıp boğulanların çığlıklarını da kaydetmişti, bu yüzdendir ki sezgileri güçlü olan bazı hayvanlar ondan ilk başta korkar idi.
Korkutucu şeyleri kaydetmiş olsa da aynı zamanda vahşet dolu iki toplumu da yok etmişti, o topraklardan da akıp gitmiş ve bir ormanda ki akarsuya karışmış, bütünleşmişti. Onun iyileştirici yönünü keşfeden insanlar adını "Derman Irmağı" koymuştu.
Ondan korkan hayvanlar eskiye göre azalmıştı ama hâlâ vardı, bu nadir hayvanlardan biri de Sarman idi. Sarman çalıların oradan akarsuyu dinlediğinde, kurtulma çırpınışlarını, çaresizlik yakarışlarını anlamış; hissetmişti, küçük gözleri fal taşı gibi açılmış, zavallı kediyi kaçırtmıştı fakat Sarman, sezgileri ne kadar güçlüyse bir o kadar zeki hayvandı; o ırmağın şifalı olduğunu da elbet anlamıştı.
İsmet Baba'nın hasta olduğu dönemde Derman Irmağı'na gelip, onun eşsiz, doğal ve lezzetli suyunu pembe diliyle, kana kana içmişti.
∆∆∆
Selçukların evinde ise çok ağır bir hava vardı, öyle ki dışarıdan bir insan eve girse temiz olmasına rağmen, evin uzun yıllardır kullanılmadığına inanırdı, dışarıda güneşin olduğu günler bile, ev loş veyahut karanlık bir ortama sahip olurdu. Duvarlar bile konuşur, fakat içerden doğru düzgün tek bir ses bile duyulmazdı; ayakların yere basınca çıkardığı ses, bu ev için neşeli bir türkü, oynak bir hava sayılırdı. Kapı ziline basıldığında çıkan melodiler, bu eve anlam katan muhteşem ezgiler oluverirdi.
Anneler; evin atmosferini belirleyecek en önemli varlıklardır, onlar mutluysa ev halkı da mutlu olur, değillerse ev halkı da hüzün sahibi olur. Eğer bu şefkat dolu canlılar, şefkat göstermezseler hayat insana eziyet eder.
Onların yüz hatları o kadar önemlidir ki birçok sese baskın gelir, gözleri; açık ve büyük müdür, yoksa boğuk ve sancılı mı?
Gözler çok önemlidir, bir annenin gözleri çok şey anlatır, Satı Ana'nın gözleri mesela; boğuktu, sancılıydı ve en önemlisi, boşluğa bakıyordu. Birkaç akrabası onu teselli ediyordu:
"Sanki ölmedi ya; bir hastalık işte."
"Grip gibi zaten. Atlatır."
"İsmet abim güçlüdür. Bu hastalık ne ki ona! Vız gelir, tırıs gider!"
Satı Ana genelde yer ile duvarların birleştiği çizgilere bakar, dalıp giderdi fakat bakışları takip edildiğinde bir yere bakmadığı anlaşılırdı; gün boyu camdan dışarı bakar yahut yine o çizgilere, duvarlarla yerin birleştiği yerlere bakardı.
Bunları yapmadığı zaman eşine yemek yapar veya temiz evi, sıkıntıdan, bir daha temizlerdi.
Yatak odası ise evin yeni bir bireyi olmuştu. Yatak odasından sürekli öksürük sesleri yükselir, evdeki diğer iki kişinin uyuduğu vakit kapısı açılırdı, içinden bir adam çıkar ve maskesiyle, eldiveniyle banyoya girerdi.
Yatak odasının veya banyonun kapısının sesleri evin şen şakrak sesleri arasındaydı. Satı Ana yemek yaparken ocağa koyduğu tencerenin sesi, yemek yerken çıkan çatal, bıçak sesleri bu evin en güzel sesleri idi.
Bunların hepsi birkaç aylığına ruhsuzlaşacak olan bu eve özel yazılmış besteler yerine geçerdi. Yine yatak odasının içindeki adamın inlemeleri, Selçuğun sessizliği, Satı Ana'nın geceleri nadiren duyulan ağlamaları bu bestelere katılır, eşlik ederdi.
∆∆∆
Sarman, bu eve girmeye korkuyordu, nedenini bilmediği bir şey onu bu evden uzak tutuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOĞA ANA
Fantasía"Ben dinler, yazarım..." serisinin birinci hikayesi. Zehra Kadın ise yalnız başına yerin altında koşmuştu ve güvenebileceği tek varlık kendisi olmuştu. Henüz yalnızken yaşadığı korkunun etkisinden yeni çıkmıştı ve bu yüzden yanında güvenebileceği bi...