Anahtarları şıngırtılarıyla beraber çevirdi, kapıyı açtı ve içeri girdi. Üstünde asker yeşili uzun bir mont vardı. Siyah parlak saçları ve gözlükleri ile beraber tam olarak birkaç yıldır yaptığı öğretmenlik mesleğinin suratına kavuşmuştu. Giriş kattaki evinde ihtiyarlamış anası ve babası ile yaşamını sürdürürdü.
İçerden annesinin görmüş geçirmiş sesi yükseldi:
-Selçuk oğlum, sen mi geldin?
-Evet anne. Ben geldim.Selçuğun annesi, Satı Ana televizyonun sesini yükseltti:
-Herif, baksana virüs falan çıktı diyorlar haberlerde.
-Haaa, çekiklerden çıkmış hem de.
-Öldürüyor mudur acaba?
İsmet Baba eliyle televizyonu işaret ederek:
-Hanım, bu buralara gelmesin sakın? dedi.
-Allah bilir herif, deyip kestirip attırdı Satı Ana da.Selçuk Öğretmen anasına güldü, ama gülmek bile yorucu geliyordu; gün boyu okulda olup çocukların sesine, şamatasına, gülürtüsüne dayanmıştı. Kolay iş değildi. Hele ki bir de onlara eğitim vermek isteniliyorsa kelimenin tam anlamıyla "peygamber sabrı" na sahip olmak gerekirdi.
Selçuk'ta peygamber sabrı yoktu fakat çocuklarla nasıl başa çıkılacağını zamanla çözmeye başlamıştı. İlk başta göz korkutup sonra da kendini favori öğretmen haline getirmek en faydalı yöntemdi. Bunu birkaç kez denemişti ve verimli sonuç almıştı. Öğrenciler ilk derste korkuyor, hoca ne derse yapıyorlardı fakat sonraları sınıfın içini sıcak bir hava kaplıyor ve ders vermek kolaylaşıyordu.
Selçuk Öğretmen üstünü değişmeye giderken televizyonda haber sunucusunun sesi duyuluyordu;
"Covid-19 Çin'i etkisi altına aldı. Bunun için önlemler alan Çin Hükümeti büyük bir hastane kurdu ve karantina ilan etti. İnsanlara evde kalmaları, ellerini bol bol yıkamaları, dışarı çıkmak zorunda kalırlarsa da maske takmaları gerektiği söyleniyor."
Akşam yemeğinde her ailenin genellikle bahsettiği konulardan bahsettiler ama nasıl olduysa laf döndü dolaştı Covid-19'a geldi.
-Öldürmüyormuş diye biliyorum.
-Çin'de ölenler var diyorlar?
-Bağışıklığı güçlüyse dayanıyor, öteki türlü de tahtalı köyü boyluyor işte. Satı Ana:
-Amannn kuzumm, sen hiçbir şey yemiyoonn, kaşık gibi kalmış yüzün..Selçuk'a hep böyle denirdi. Bunlar ince olmanın getirileriydi.
∆∆∆
Gel zaman, git zaman; bu virüs yollardan, havadan, sudan, insanlardan taşındı ve Türkiye'ye geldi. Selçuk, virüsün geldiğini duyduğu anda içinden "Okullar tatil olacak." diye geçirdi.
Doğru tahmin etmişti, iki hafta boyunca okullar kapalı olacaktı; Cuma okulun son günüydü.
Cuma günü hava kapalıydı; kuru, soğuk ve acımasız bir rüzgar esiyordu, bahar mevsimiydi ama tabiat henüz kışı unutamamıştı.
Selçuk Öğretmen bu günün sabahına uyandığında annesiyle babasının genelde yapmadıkları bir şeyi yaptığını fark etti. Çocuklarına haber vermeden, not bırakmadan evden çıkıp gitmişlerdi. Selçuk Öğretmen öğlencilere ders veridiğinden her sabah saat on gibi kalkardı,anasıyla babası ise eski topraktı, her sabah altı dedim mi kalkar, işlerini yoluna koyarlardı. "Erken kalkan yol alır, geride kalanı sel alır." derdi İsmet Baba .
Bir yerlere gezmeye gideceklerse de Selçuğa önceden haber eder veya bir kağıda "Yavrum biz şuraya gidiyoz." gibisinden bir not bırakırlardı fakat bu sefer ne önceden haber vermişlerdi ne de not bırakmışlardı.
Selçuk Öğretmen gözleri yarı açık, üstünde pijamasıyla mutfağa doğru yürüdü. Başı dönüyordu, kirpikleri birbirine karışmıştı. Herşey bulanıktı. Sabah uyandığında genelde böyle oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOĞA ANA
Fantastik"Ben dinler, yazarım..." serisinin birinci hikayesi. Zehra Kadın ise yalnız başına yerin altında koşmuştu ve güvenebileceği tek varlık kendisi olmuştu. Henüz yalnızken yaşadığı korkunun etkisinden yeni çıkmıştı ve bu yüzden yanında güvenebileceği bi...