7.BÖLÜM

167 57 59
                                    

Satı Ana, yatağının içinde yorgana sarılmıştı. Yastığını kucaklama arzusu ile dolu idi ama zaten yumuşacık yatak onu çoktan kucaklamıştı ve Satı Ana gecenin sessizliğinde kendini onu sarıp sarmalayan yatağına bırakmıştı.

Eşini hayal kurarak düşünmeye başlayınca aklına ilk gelen şey, köyde yaptıkları fukara düğünü idi. Fukara düğünü olduğuna bakılmaz, en eğlenceli düğünler bu düğünlerdir;
en coşkulu, en sevinçli ve en içten, gösterişten uzak olanlardır.

Halay çekilir, birlik olmanın verdiği coşku ile birlikte davul zurna sesi daha da artar, ortalığı büyük bir kalabalık alırdı. Satı Ana'nın düğünü de bu cinsten, görülmeye layıktı.

Akrabaları sevinçle bağırıyor, davul zurnanın sesleri eşliğinde coşkuyla halay çekiliyor, kalabalığın içinde mini mini çocuklar koşuşturuyordu.

Satı Ana, yıllarca yaşayıp iyice benimsediği, hatta bu yüzden hâlâ rüyalarının geçtiği yer olan baba evinden ayrılıyor, bunun verdiği hüznü bir yandan yaşarken; bir yandan da kendi yuvasını kurmanın mutluluğunu yaşıyordu.

Doğacak çocuklarını düşünmüştü o zaman; şimdiyse bunu düşündüğünde "ahh gençlik, ahh.." diye söylenirdi.

Akraba evliliği yaptığından, yedi çocuğu hayata veda etmiş, onların arasında güçlü durarak hayata tutunabilen tek evladı Selçuk olmuştu. Ne iyi insandı Selçuk! Ne hayırlı evlattı! Bu devirde böyle temiz kalpli adam zor bulunurdu.

Sonra düğününde zar zor bulunan bir kamera ile çekilen videoyu hatırladı; o zamanlar video, fotoğraf çekmek kolay iş değildi. Köylük yerde, kamera ne arardı..

Keşke düğününde çekiken o videoya ve birkaç fotoğrafa ulaşabilmiş olsaydı! Hepsi kaybolup gitmişti, ne İsmet, ne de kendisi bulabilmişti.

Ne zalim bir hayat, diye düşündü. Gözünün önünde çocukluğundaki o eski püskü evlerini canlandırdı.. Evinin eşyalarını, köşelerini, kirlenmiş yerlerini, kırık yerlerini, camlarını ve sobasını düşündü; hepsi geride kalmıştı.

Fakat kaçmak istediği bir şey vardı. Bunları gözünün önünden geçirirken bir şeyi geçirmemeye dikkat ediyordu; annesine ve babasına, çünkü biliyordu ki onları gözünün önüne getirdiği anda kafasının içi onların sesi ile dolacak ve zonklayacaktı.

Onların seslerini, konuştukları şeyleri, hareketlerini tam olarak, net bir şekilde hatırlamıyordu ama annesinin ve babasının yokluğu çok ağır geliyordu.

Ölüm, yanında kurbanlarını götürürken geride kalanları ise büyük bir yas alıp götürüyordu ve u yasın içinde kocaman bir çaresizlik oluyordu. Satı Ana, bunu kaybettiği yedi çocuğundan ve annesi ile babasından biliyordu, hayat kendi kararı ile onları Satı Ana'dan çekip koparmış, geride kalanları ise önemsememişti.

Fakat bu sefer hayat, Satı Ana'ya göre, kendi kararı ile hareket etmemiş olabilirdi, İsmet'in test için hastaneye gittiğinde virüsü kaptığından şüphe ediyor, vicdan azabı çekiyordu. İsmet'i, hastalık fazla etkilemişti ve onu kaybetme korkusu Satı Ana'yı rahat bırakmıyor, aynı zamanda İsmet ölürse oğlu Selçuğun baba acısını kendisi yüzünden yaşayacağını düşünüyor, gözyaşları yüzünden kaymayı unutuyor; içine derin bir karanlık, daralmışlık çöküyordu.

Nefesi daralıyor, alnındaki terler göz yaşlarının aksine kaymak için büyük bir çaba gösteriyordu, bu daralmışlık üstünde sarıldığı yorganı ona yapıştırıyor; kolları, bacakları kurşun borular gibi ağırlaşıyor, tembelleşiyorlardı.

Bu haldeyken, onu yataktan çıkarmak için güçlü bir kuvvet beklemek zorunda kalıyordu; yataktan çıkmak için çabalıyor, fakat bir şey bunu engelliyordu.

DOĞA ANAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin