Hasan kahvesini yudumlayıp İsmail'in gösterdiği yere baktı. Çiçek kulak tırmalayacak kadar bağırarak;
"Şuradaki değil mi?" diye sordu. Zehra Kadın hâlâ görememişti. Kısmet Teyze parmağıyla işaret etti:
-Bak, dedi. Biraz yana gelirsen göreceksin!
Zehra Kadın gözlerini kısarak:
-O turunculuğu mu kastediyorsunuz? diye sordu.
-Evet o, dedi Kısmet Teyze. Biz eskiden de geceleri orada ateş yandığını görürdük, gençliğimizde. Mübarek yerdir Rüzgarlı Tepe.
-Nedense şifalı yerler, mübarek yerler hep ormanlarda, dedi Hasan. Bir tanesi de şehirde, binaların arasında değil.Kısmet Teyze gözlerini başka bir yere çevirdi, sonra Hasan'nın olduğu yöne doğru çevirerek:
-Ben de bilmem ki, dedi.
Dün izledikleri filmi çok beğenen Çiçek, defalarca dillendirmemiş gibi bir daha filmi çok beğendiğini söyledi. "Bu devirde güzel yapıtlar zor bulunuyor, hepsi birbirini kopya ediyor" dedi. "Özgünlük kalmadı."
-Evet, dedi Kemal; Hasan ile İsmail sanal oyun oynamaya başlamışken. Kadınlar da daha güzel gözükeyim diye estetik yapıyorlar mesela ama farklılıkları kalmıyor, hepsinin yüz hatları birbirine benzemeye başlıyor; farkında değiller.
Dudakları dolgu olan Burcu kardeşinin kafasına yapıştırdı:
-Sus lan eşekoğlueşek, sen çok biliyon!
Tam o anda, köyün arka tarafının karşısında, cennet güzelliğindeki ağaçların, yeşilliğin olduğu yerin yukarısında, Rüzgarlı Tepe'nin olduğu dağdaki ateş birdenbire söndü.
∆∆∆
Cırcır böceği yine bir şarkı tutturmuş, keyifle söylüyordu. Yıldızların ışığının ayın ışığına karışarak yeryüzüne hafif bir aydınlık vererek aktığı sırada, kara gözleri ayın ışığında parıldayan boz renkli bir ayı, keyifle öten cırcır böceğinin üstüne basarak onu susturdu. Karanlıkta bir gölge gibi ilerleyen ayı, burnunu toprağa yaklaştırarak yeri kokladı, sonra burnunu yukarı kaldırdı ve havayı içine çekerek olduğu yeri kolaçan ederken, aç karnının guruldadığını duydu. Köyün kasaba yoluna giden tarafının manzarasına bakan evin içinden, ayıya midesini açlıktan feryat ettirecek kadar güzel bir koyun kokusu geliyordu. Fakat insanların kokusunu da alıyordu, koyuna göz dikmek tehlikeliydi. Daha önce sadece cüssesiyle üstlerine çullansa dahi yenebileceği insanlar, ona karşı sıcak, titreyen, tehlikeli ateşi tutmuşlardı.
Ayının kokusunu alan ve etinin her türlü yeneceğinden haberi olmayan kurbanlık hayvan, yine korkudan sesini yukarıdakilere duyurmaya çalışarak melemeye başladı.
Ahırın, hayvanın bağlı olduğu yerin hemen üstünde uyuyan zavallı Zehra Kadın'ın uykusu yine bölündü. Gözlerini açtığında duyduğu belli belirsiz sesin, kurbanlığın melemesi olduğunu anladığında dayısını uyandırdı;
-Hayvan yine meliyor, kalk but bakalım!
İsmail zar zor doğruldu, sonra gözleri dışarıdan gelen sokak lambasının ışığında parıldayarak, fal taşı gibi açıldı.
-Ne oldu dayı?
Camdan dışarıya bakan İsmail telaşla:
-Ayı gelmiş! dedi.
Kapının arkasında asılı duran tüfeğini, mermisini yanına aldı, yeğenine balkonda durmasını söyleyerek merdivenleri indi. Evden biraz uzaklaştı, tam o anda ileride , ağaçların biraz yanındaki ayı İsmail'i daha iyi görebilmek için iki ayağı üzerine çıktı. Şirin, küçük kulakları, koyu kahverengi postu ve kocaman başıyla, ayaklarıyla iki metrelik korkutucu boyu ortaya çıkan ayı aç midesiyle tecrübelerinin emirleri arasında gelip gidiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOĞA ANA
Fantasía"Ben dinler, yazarım..." serisinin birinci hikayesi. Zehra Kadın ise yalnız başına yerin altında koşmuştu ve güvenebileceği tek varlık kendisi olmuştu. Henüz yalnızken yaşadığı korkunun etkisinden yeni çıkmıştı ve bu yüzden yanında güvenebileceği bi...